Zekat hakkında bir “cevaba giriş” denemesi

Bir önceki yazıda tümünü köşemize derç ettiğimiz okurumuzun suali bağlamında, şu üç hususa dikkat çekmek isterim:

1. İslam tüm emir ve yasaklarıyla, bir bütündür. Her emir ve her yasak, birbiriyle paralel ve çapraz ilişkilere sahiptir. Zincirden bir halka koparsa, bütün bir zincir etkilenir. Her halka, zinciri temsil eder, fakat zincirin kendisi değildir. Zekât da İslam adı verilen bu bütüncül hayat sistemi çerçevesinde anlaşılmalıdır. İslam bütüncül bir sistemdir, fakat kapalı bir sistem değildir. Hayatın kıyısında, karşısında, üstünde, altında da değildir. Ta içindedir, fakat onun içinde olacağı hayat müminleri eliyle oluşturduğu hayattır.

2. Okurumuzun, tırnak içine alma hassasiyeti göstererek dile getirdiği “gerçek dünya”, bizim gerçeğimiz değildir. Avrupa’nın kendi şartlarında çeşitli diyalektik süreçlerin ardından ortaya çıkan kendi gerçekliğidir. Belki, “dayatılan bir realite”dir. Zaten “küreselleşme” budur.

3. İktisadi sorunları tartışacağımız zaman, mutlaka “vahşi kapitalizmi” ortaya çıkaran servet tasavvurundan yola çıkmamız şart. Bu tasavvur, mutlak mülkiyet temeline yaslanır. Ona göre açlık evrensel, rızık yetersizdir. Üretim ve tüketim “ahlaki” değil, rasyonel bir süreçtir. Servetle kutsal arasında bir bağ yoktur. İslam bunun tam zıddını söyler: Servet emanettir. Mülk Allah’ındır. Rızık evrenseldir. Paylaşmak esastır. Servet, zenginler elinde devlete dönüşmemelidir. Üreten Allah’ın sevgilisidir. Rızkın onda dokuzu ticarettedir.

4. İtibari değeri olan kâğıt parayı tartışma dışı bırakarak, modern iktisadın mantığını kavrayamayız. Aslında birilerinin “gerçek dünya” sandığı dünyanın, tam bir “yalan dünya” olduğunun kanıtı budur. Önce itibari değer (kaime), ardından sanal para, ardından sanal ticaret… Ve gelinen noktada ticaret “sahici ilişkiler” ve “sahih sözleşmeler” ağı olmaktan çıkıp, “evlerin en zayıfı” olan “örümcek ağı” derekesine indirgenmiştir.

Emma ba’d

Zekat servetten alınır. “Zekat” kelimesi “artma” kökünden gelir. Zaten zekât da “artan” servetten (el-malu’n-nâmî) alınır. Nemalanmayan maldan zekat alınmaz. Bu, söylendiği gibi, zekatın servet vergisiyle de, gelir vergisiyle de karılaştırılamayacağını gösterir. Üretim araçlarından zekat alınmaz. Bu da, ticareti “spekülatif” para hareketleri olmaktan kurtarıp, mümkün olduğunca üretimden kazanmaya teşvik içindir. Adamın milyarlarca dolarlık bir fabrikası, atölyesi, üretme tesisi, işletmesi olsa, buna zekat düşmez.

İşletme sermayesi zekata tabidir: “Onların mallarından sadaka al; bu sayede onları arındır, (iç dünyalarının) gelişip zenginleşmelerini, temizlenip saflaşmalarını sağla.”

Zekat, İslam’ın teşri tarihinde kapalı bir konu olmamıştır. Hz. Ömer’in Kur’an’ın maksadını gerçekleştirmek için lafızlarıyla kendini sınırlamadığı (Dikkat, bu cümleyi anlayıp dinlemeden yola çıkacakları Allah’tan korkmaya davet ederim) sınırlı sayıdaki örnekten ikisi zekatla alakalıdır: Birincisi, ayette zekat verilecek 8 sınıf arasında “kalpleri ısındırılacak” olanlar da geçmesine rağmen, “maksadı” göz önüne alarak, ayetin zahiriyle değil, maksadıyla amel etmiştir. İkincisi, Irak ve Suriye’de ele geçirilen verimli ziraat arazileri (savafî) konusunda. Buraların fatihler arasında paylaştırılması gerekirken, Hz. Ömer böyle yapmayıp, oraları eski sahiplerine ekip dikmeleri için bırakmıştır.

Hz. Ömer’in tasarrufuna benzer bir yöntemle, işletme sermayesi, zekat harici bırakılabilir mi?

Ulemanın bu konudaki görüşlerine, hatta ender de olsa sahabe arasındaki farklı yaklaşımlara (Hz. Ebubekir ile Ömer arasındaki ehl-i ridde konusu, Ebu Zerr’in zekatı verilmiş malı “kenz” saymaya devam etmesi gibi) “Mal” ve “servet” tarifinin ve kapsamının içtihada mesağ olan kısma girdiğini düşünsek bile, şahsi kanaatim o ki, böyle yapmak ne dinin maksadına, ne teşriin ruhuna, ne de insanın menfaatinedir. Arkadaşlarınızın söylediği gerekçe (zenginler arasında devlete dönüşmesin), gerçekten mukni bir gerekçedir. Vahşi kapitalizmin dünyaya ve insanlığa kaça mal olduğunu gördükten sonra, bunun için bizce delile de gerek yok. İnsanlığın milyonlarca yıllık mirasını 300 yılda tükettiler. Ekolojik bir felakete doğru orsa-alabanda sürükleniyoruz. Tüketim çılgınlığını önleyecek bir çare bulamadılar. Değerin yerini fiyat alınca, her şey satılık hale geldi. Çin’de GSMH, ABD düzeyine gelince, insanlığın ve yerkürenin alacağı vahim hali düşünemiyorum bile.

Muarızların İslam ekonomisine getirdikleri tüm eleştiriler, derin düşünülünce, İslam’ın kusuru değil, bilakis iftiharıdır. İslam, ticareti, rantçı sınıfın enstrümanı olan manipülatif ve spekülatif bir sermaye hareketi olmaktan, bu sayede korumuştur. İslam, ticareti zekat sayesinde “ibadete” dönüştürmüştür. Onların başarılı bulduğu ekonomik sistem, mutlaka düşman üretir. Komünizm cenini, kapitalizmin rahminde döllenmiştir. Bu kaçınılmazdır. Hiçbir medeniyetin ticaret hacmi, insanlık arasına kin ve kan girmesini mazur gösteremez.

İktisat, sırf kendi içinde “fayda-maliyet” analiziyle olup biten bir alan değildir. Sosyal boyutu vardır, ahlaki boyutu vardır, çevre boyutu vardır, ilahiyat boyutu vardır. Müslümanların kurduğu medeniyetlerin sömürgeci olmasını, İslam’ın kazandırdığı iktisadi bakış açısı, özellikle de zekat önlemiştir. Bu, onlara göre kusur, bize göre iftihardır. Çünkü Batı’nın kalkındığı şartlarda kalkınmak, yüz kızartıcı bir insanlık suçudur. Müslümanların içinde bulunduğu atalet (tembellik), kesalet, meskenet, mezellet ve fakr u zaruretin mazereti zekat değil, Müslümanların kendileridir. Zekât 40 yıl içinde “nemalanan malı” eritmez, babasından kalanla “yan gel yat keyfine bakçıların” malını eritir. Vesselam.

Yorum Yaz