Yazdırılan kitaplar bahsine mülhak

Sansasyonla mal götürmeyi alışkanlık haline getiren Prof. Yalçın Küçük, gittiğimiz her yerde tuğla yığıntısı gibi burnumuza sokulan Şu Çılgın Türkler adlı kitabı MİT’in yazdırdığını söylemiş.

Küçük, tam da Attila abisi gibi, bir yandan muhalifmiş gibi yaparken bir yandan da Kemalizm’i koruyor. Bu kitap “Kemalizm’in cenaze töreni” imiş.

Adı geçen kitabı okumadım. Doğrusunu söylemek gerekirse, piyasaya çerez gibi sürülüp batan geminin malları türünden pohpohlanan kitaplara verilen paralara hep acırım. Emek israfı, yer israfı, zaman israfı, göz israfı.

Bu türden son aldığım eser Murat Bardakçı’nın Şahbaba’sıydı. Galiba en iyisi de oydu. Ondan sonrakiler tam bir rezalet. Ama alıp okuduktan sonra, ona verdiğim paraya acımıştım. Hâlâ da acırım. Mesela Efendi diye bir kitap çıktı. Merak etmedim bile. Bay Pipo da öyle. Dönüp bakmadım.

İnsan okumamakla iftihar eder mi? Hayır, okumamakla iftihar etmiyorum. Bu tip kitapların okunsun diye yazıldığına inanmıyorum. Hele bilgi vermek ve karanlıkları aydınlatmak için yazıldığına hiç. Bunlar vahşi kapitalizmin Pazar ahlakına uygun metalar. Bu tür kitapları alanların çoğu niye alır biliyor musunuz? Entellikte elden geri kalmamak için.

En görünen yere konulur genellikle. Gören “gündemi yakından takip ediyormuş” desin diye. Söz açıldığında “Ha o mu ayol, valla güzel yazmış adamcağız” diye tafra satmak için. Entel geçinmenin yollarından biri de budur. Okumasanız da olur. Zaten okumanıza gerek yok. Eş dosttan duya duya ana hikayeyi ezberlersiniz.

Küçük, Yaşar Nuri Öztürk ve Tuncay Özkan’a da sipariş usulü kitap yazdırıldığını iddia ediyor. Bilmiyorum. Fakat istihbaratın sipariş usulü kitap yazdırması yeni bir şey değil. Bu eskiden beri uygulanan rutin bir olay. Bunun yolları da değişik. Bazen “derin eller” kendisi yazar ünlü birinin imzasıyla yayınlatır. Mustafa Sabri Efendi’nin ağzından Said Nursi aleyhine yazılıp dağıtılan ve nedense askeri birliklerin tümünün kütüphanelerinde bulunan risale bu türden.

Bazen “derin eller” tanıdık bir isme yazdırır, fakat o isim müstearla yayımlar. Ayetullah Humeyni konusunda baştan sona küfür ve hakaretle dolu olan Humeyni adlı kitap buna örnek. Yazarı mı: Mustafa Talip Güngörge. Kim mi bu? Sonradan “horoz da kurban olur” diyen malum var ya, o. Kitap çıktığında bedava horoz şekeri gibi dağıtıldı. Üzerinde adres ve telefon var. Fakat o telefon yalan, o adres de yalan. Yani, numaradan.

Bazen yazar gerçekten inandığı için oturur yazar. Ama “derin eller”in hoşuna gidecek şeylerdir bunlar. Bir kısmını onlar alıp bedava dağıtır, dağıtımına da yardımcı olurlar. Tabi ki “sevabına”. İsmini burada vermek istemediğim, Doğu illerinden birinde yerleşik, cemaati olan ve İslami camiada tanınan bir hocanın yazdığı Daru’l-Harp-Daru’l-İslam konusundaki risale buna örnek. Ne hikmetse, bu risaleye “derin eller” bir sevindirik olmuş ki, sormayın gitsin?

Bazen de yazar eseri kaleme alır, uzun süre işe yaramaz, “derin eller” ona ihtiyaç duyar ve sevabına onun bunun kapılarına bir seyip kedi gibi azıtırlar. Bunun adını da vermeyeyim de fincancı katırları ürkmesin. Sadece bizim mahalleden olduğunu söylemekle yetineyim.

Bu tür şeyler artık olmaz, diyebilir miyiz? Hani, MGK sivilleşince milyon dolarlara baliğ bütçesi olan Psikolojik Harp Dairesi de lağvedildi ya! Yoksa aranızdan “Sen öyle san” diye söylenenler var mı?

Böyle sanmak hoşumuza gidiyor. Bırakın da biz garipler bu sanı ile yalancıktan da olsa sevinelim. Ama doğrusu bu işler şimdilerde çok daha gelişmiş yöntemlerle yapılıyor. İstihbarat kitap dağıtmıyor artık. Eskiden maaşlı gazeteciler istihdam ederdi, şimdi hâlâ ediyor mu bilmem. Yabancı istihbaratçıların uyguladığı yenilikler, herhalde yerlisinin de dikkatinden kaçmamıştır.

Benim asıl merak ettiğim, bu yeni yöntemler arasında, birilerine “falancalara MİT kitap yazdırdı” dedirtmek de var mı? Eski istihbarat taktiğidir: Bazı deşifreler de, istihbarata hizmet amacı taşıyabilir.

Yorum Yaz