Yazıcıoğlu ve arkadaşlarını tebrik

Ulusal sınırlarla mahdut bir siyaset coğrafyası ile “Büyük Birlik” hayali kurulamaz. Olsa olsa bu “küçük birlik” olur.

Siyaset budur işte. BBP başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, kurmaylarıyla birlikte Suriye’yi ziyaret ediyor. Yazıcıoğlu, bu davranışıyla;

1. Siyasetin, Ankara’da, yalıtılmış bir çevrede oturarak ahkam kesmek olmadığını,

2. Türkiye gibi Osmanlı bakiyesi bir ülkede, millete dayalı bir siyasetin coğrafyasının, ulusal sınırlarla mahdut olmadığını,

3. Osmanlı hinterlandını tanımadan, ne ulusal, ne bölgesel ne de küresel bir siyaset vizyonunun gerçekleştirilemeyeceğini göstermiş oldu.

Yakışanı buydu. Adı “Büyük Birlik” olan bir parti kuracaksınız, Suriye’yi, İran’ı, Irak’ı, Lübnan’ı, Filistin’i, Arabistan’ı, Yemen’i, Mısır’ı ve daha gönül coğrafyamızın bin bir pare toprağını es geçeceksiniz. Bu olmaz.

“Büyük Birlik” bir rüyadır. Ama bu rüya bir “ütopya” değildir. Geçmişte yaşanmıştır. Gelecekte bir daha yaşanması mümkündür.Şu anda egemen güçlerin bölgeye yönelik tüm oyunlarının altında, bu rüyanın bir daha gerçekleşmeme arzusu yatmaktadır.

Yazıcıoğlu’nun Suriye ziyareti, onun siyaset misyonunun, “Türkçü” söylemin cenderesine sıkışıp kalmadığını göstermiştir. Siyaseti bir misyon olarak gördüğüne ve bu misyon çerçevesinde bir “ibadet” gibi ifa ettiğine kani olduğum Yazıcıoğlu ve ekibi açısından, bu nokta hayli anlamlıdır.

Bu ziyaret, diğer “milli siyaset” takipçilerine örnek olmalıdır. Nitekim Recai Kutan’ın da aynı günlerde İran’da olması güzel bir tevafuktur.

Yıllar yılı, devletin jakoben ve militarist ideolojisini “sol” kisvesi altında pazarlayan CHP ve onun versiyonları, Avrupa’daki Sosyal Demokrat Partiler toplantılarına katılırlar. Bir de Avrupa’da Hıristiyan Demokrat Partilerin oluşturduğu bir birlik var. Bu birliğin toplantılarına katılan Türkiye partileri oldu mu, şu anda hatırlamıyorum.

Bunu niye gündeme getirdim?

Şunun için: Bölgedeki ve dünyadaki, tüm “milli siyaseti” takip eden partileri bir araya getiren şemsiye bir örgüt behemehal kurulmalıdır. Bu örgütün hedeflerinden biri, demokrasi ve özgürlük katili olduğu halde demokrasi ve özgürlük iddiasıyla bölgeyi kan gölüne çeviren egemen güçlerin, İslam coğrafyasına tebelleş ettiği dikta ve krallıklardan Müslüman coğrafyayı arındırmak olmalıdır. Ama asıl hedef, İslam coğrafyasında halkın iradesini yönetimde tecelli ettirmek olmalıdır. Zira biliyoruz ki, halkın iradesi yönetime yansırsa Hakk’ın iradesi yansır. Bölge halklarının tercihi “İslam”dır. Bunun alternatifi yoktur ve olamaz da.

“Milli” kelimesini bile isteye kullandım. Çünkü bu kelime Kur’ani bir kelimedir. Kelimenin bizdeki kullanımı, saptırılmış bir kullanımdır. “Millet, bir inanç ve dünya görüşü etrafında kenetlenen unsurların bütününe” verilen addır. Bu anlamda İslam milleti, Yahudi milleti, Hıristiyan milleti, Hindu milleti, laik millet, ateist millet, putperest millet vs.den söz edilebilir.

Gönül isterdi ki, Müslüman milletin oylarıyla seçilmiş milletvekillerinden oluşan heyetler, Osmanlı hinterlandın karış karış dolaşsın. “Biz size aitiz, tıpkı sizin bize ait olduğunuz gibi” mesajını versin.

Birkaç yıl önce, Halep’te, Mimar Sinan’ın yaptığı camide namaz kılıp çıktıktan sonra yanımıza yaklaşan bir konfeksiyon esnafının, kafilemizin yanına gelerek “davetlim olur musunuz?” deyişini, “Biz yüz otuz kişilik bir kafileyiz” deyince, “Görüyorum, ama yine de ısrarla davet ediyorum” deyişini unutamıyorum.

Hasılı kelam, büyük rüyalar görmek lazım, vesselam.

Yorum Yaz