Yeni Oryantalizm, eski oyun

Eski Oryantalizm, Müslümanların dışında üretiliyordu.

Yeni Oryantalizm, Müslümanların içinde üretiliyor. Eski Oryantalizmi üretenler, sömürenlerin içinden çıkıyordu. Yeni Oryantalizmi üretenler, sömürüye maruz kalanların içinden çıkıyor.

Eskisiyle yenisi arasındaki bir numaralı fark bu.

Oryantalizm, Batı tekebbürünün, ilmî bir disiplin kisvesi altında tecessüm etmiş şekliydi. Küstahça bir bencillik üzerinde boy verdi. Kendi dışındakini “ötekileştirme” üzerine kurgulandı. Tanımaya değil tanımlamaya dayalıydı; tanımlamaya ve nesneleştirmeye. Bu yüzden Oryantalizm, Meriç’in yerinde tespitiyle, “Sömürgeciliğin keşif kolu” oldu.

Oryantalizm, bir telkindi. Israr ve tekrara dayalı bu telkinin muhataplarında yer etmesi için, muhatapların telkine açık hale getirilmesi gerekiyordu. Doğu İslam toplumlarının üzerinde yürütülen resmi-gayrı resmi tüm mühendislik projelerinin amacı, onları “telkine açık” hale getirmekti.

Mühendislik projelerinin en etkilisi, bu topraklar üzerinde yürütüldü. Oryantalizmin telkinlerine açık hale getirmek için, toplumun dini bilincinin üzerinden silindir geçirildi. Bu silindirin ezip geçtikleri arasında, dini otoriteler ve onları yetiştiren kurumlar da vardı. Din-devlet ilişkileri, hep dinin aleyhine yürüdü. Devletin halk nezdindeki itibar ve meşruiyeti, sonuna kadar dinin aleyhine kullanıldı. “Laisizm” dini, hayatın tüm alanlarından söküp atmanın, dini vicdana mahkum etmenin bir aracı olarak kullanıldı.

Sonunda istenen oldu. Nihayet Oryantalizmin kendileri için üretildiği Doğulu muhataplar arasından, “telkine açık” bir zümre peydahlandı. Eski Oryantalizmin projesi, artık bu zümre üzerinden yürütülecekti. Oryantalizmi üreten unsurlar açısından bu, hem daha risksiz, hem daha verimiydi. İşte “yeni Oryantalizm” adını verdiğimiz aşamaya böyle geçilmiş oldu.

“Yeni Oryantalizm” üzerine bu köşede kaç yazı yazdığımı hatırlamıyorum. Ama hepsini alt alta dizersek, bir kitapçık oluşturacak kadar yekûn tutacağını biliyorum. Hepsinde dikkat çektiğim husus, asırlık nadas döneminin ardından, proje mimarlarının ürün devşirmek için kolları sıvayacağı gerçeğiydi.

Proje sahiplerinin, bu konuda ellerini çabuk tutmaları gerekiyor. Zira tarihi bir gündönümü yaşadığımız erbabının malumu. Pür-telaş olmaları bu yüzden. Eğer açık veriyorlarsa, bu telaş yüzünden açık veriyorlar. El çabukluğuna getirilen her iş gibi, bu iş de salkım saçsak gidiyor.

Üsküdar Küçükçamlıca Subaşı Camii’nde yapılan “gösteri”, işte bu türden bir gösteri. Tam da, Maun suresinde ifade buyurulan türden: “Onlar gösteri(ş) yapıyorlar” (107:6). Asıl dikkat edilmesi gereken gösteri yapanlar değil, bu gösteriye balıklama atlayarak her zamanki rolünü layıkıyla oynayan sahibinin sesi malum basın. Bu tavrı psikanalize tâbi tutarsak ne çıkar? Başörtüsü yasakçılığı yapan ve onlara çanak tutanların tedirginliği… Kendilerini tatmin için en küçük fırsatı dahi kaçırmamaları, başarısızlığın örtülü bir itirafı.

Dün, samimi dindarları karalamak için ne söyledilerse, bu gün aynısını hem de en çirkin şekliyle kendileri icra ediyorlar. Dini siyasete alet etmenin en çirkini bu. Dini, ideolojik saplantılara alet etmenin daniskası. Bunu da resmi ideoloji etiketiyle, bir tür seküler kutsallık büyüsüyle efsunlayarak pazarlıyorlar. Dini seküler bir ideolojiye alet etmek, dini siyasete alet etmenin en bayağı biçimi.

Bunu yapanların niyetlerini sorgulamıyorum. Dahası, içeriden üretilen Oryantalizme tipik bir örnek teşkil eden bu seküler kutsallık gösterisinin hamakattan mi, cehaletten mi, yoksa ihanetten mi kaynaklandığını da sormuyorum.

Bu gruba mensup olanlardan bir kısmı Amerikan Board okullarından mezunmuş. Bu adı bir yerlerden hatırlıyor olmamız lazım. Osmanlı’nın yıkılışında başrolü oynayan ünlü “American Board of Commissioners for Foreign Missions” adlı Amerikan misyoner örgütü. Dr. Uygur Kocabaşoğlu’nun bu örgütün arşivlerine girerek kaleme aldığı Kendi Belgeleriyle Anadolu’daki Amerika/Amerikan Misyoner Okulları” adlı eserinden bir alıntı yapayım da, Board’ları siz de tanıyın. Board’dan yetişen misyonerlerden biri olan C. Trowbridge’nin Anadolu’yu karış karış gezerek tuttuğu rapordan işte bir paragraf:

“Türklerin gerek insan olarak kendileri, gerekse tüm toplumsal kurumları ilkeldir. Bunun bir nedeni ırksal ise, bir nedeni de dinseldir (İslam). Türkler Hıristiyanlaştırılmadıkça kurtuluş yoktur.” (s. 74)

“Kemalist Tarikat” üyelerinin bir kısmı, Üsküdar Amerikan Koleji mezunu imiş. Bu kolej ise Sağlık Eğitim Vakfı’na (SEV) bağlı imiş. Bir mahkemeye MİT’in sunduğu rapor, bu vakfın Board’la birlikte çalıştığını ortaya çıkarmış. Kitab-ı Mukaddes şirketi (Bible House) de Board’a bağlı olarak çalışıyormuş…

Bütün bunlar da doğrusu beni ilgilendirmiyor.

Beni asıl ilgilendiren, dışarıdan üretilen “Eski Oryantalizm”in içeriden üretilen yeni versiyonu olan “Yeni Oryantalizm”e hangi tarihsel süreçlerden geçip geldiğimiz. Bu sürece kimlerin yardım ve yataklık yaptığı.

Bütün bunların ışığında, bu ülkede uygulanan başta başörtüsü yasağı olmak üzere dini alandaki kısıtlamaların, kimlerin emellerine hizmet ettiği daha iyi anlaşılmıyor mu?

 

Yorum Yaz