Yok bişey, dalganıza bakın!

İthal ve ikâme kimlikler, bu ülkenin kimyâsını bozdu.

Bu ülkenin kimyâsı “kimyâ-yı saâdet” idi. İthal ve ikâme kimlikler, bunu “kimyâ-yı felâket” yaptı. Bir adama, kendi gurubundan olmayan kan verilince ne hale gelirse, bu ülke de o hale geldi.

Açık konuşmak gerek: Bu ülkede başta laiklik olmak üzere, tüm ithal ve ikame kimlikler, bu ülkenin kimyasını bozdu. Durum ortada. İnkar etmek çözüm değil. Bu teşhisi, her şey eski halini alır umuduyla da yapmıyorum. Biliyorum ki: “Eski hal muhal; ya yeni hal, ya izmihlal”.

Mevcut durum, hastalıklı durum. Bünyenin tamamı iflas etmeden, bu hastalıktan kurtulmanın mutlaka bir yolu olmalı. Dermansız dert yok. Ama önce hasta hastalığını kabul etmeli. Hastalığını bilmeyen, n’etsin şifayı? Tedavinin ilk şartı doğru teşhistir. Yukarıdaki teşhisi yapmak, işte bunun için elzemdir. Burun kirin edip de bir türlü asıl meseleyi söylemeyen, hiçbir şey söylememiş demektir.

Bünye kendinden olmayan kanı kabul etmedi. Fakat bünye üzerinde mühendisliğe kalkışanlar, ona zor yoluyla kabul ettirmeye kalktılar. Bunu hâlâ da yapıyorlar. Bu arada hastalık ilerliyor. Bünyeye kendinden olmayan kanı zerk edenler, bu yolla kan gurubunu değiştireceklerini sandılar. Zira bünyenin ait olduğu kan gurubunu beğenmemişlerdi. Tıpkı, beyazlamaya çalışan bir zenci psikolojisi içindeydiler. Oysaki, kanı bünyenin kendisi üretirdi. Kendi kimliğine göre üretirdi. İşte tam da bu yüzden, silah zoruyla, tepesine vura vura, kanırta kanırta kimlik değiştirmeye kalkışmak, bir bünyenin kan gurubunu değiştirmeye kalkışmaya benzerdi. Bu bir cinnetti. Bu bir gafletti. Bu bir dalaletti. Ve hatta bu bir hıyanetti.

Tartışılsın. Bir sittin sene daha tartışılsa bir şey olacağı yok. Çünkü kimse, röper taşını tartışmıyor. Röper taşı nedir, bilir misiniz? Arazilerin gerçek yerlerini ve sınırlarını tespit için kadastro ölçümlerinde esas alınmak üzere dikilen taş. Tüm imar ve iskan faaliyetlerinde ölçümler bu taşa göre yapılır. Meskeninizin, bağınızın, bahçenizin, yolunuzun, okulunuzun, caminizin, tarlanızın yerini tespitte ölçü, bu taştır.

İşte o taş yanlış yerde duruyor. O taşın yerini konuşmadan bir şeylerin yanlış gittiğini söyleyenler, aslında çalıyı dolaşıyorlar. İşin özünü tartışmıyorlar. Eveleyip, geveliyorlar. Mazeret olarak, “yıkılası hanede evladu ıyal var” derlerse, haksız sayılmazlar. Çünkü o taşın değil yerinden kıpırdatılması, tartışılması dahi cesaret istiyor. Yasalar o taşı konuşanın ağzını tıkıyor. O taşı gösteren parmaklar birer birer kırılıyor.

Bu arada millet birbirini kırıyor. Hep o taş yüzünden. Çünkü yanlış yere dikilmiş. O yüzden, tüm ölçümler yanlış. Yetmiş göbek öteden tevarüs edilen araziler, yerinden ediliyor. Ötekine “Sen tarlanı üç metre it”, berikine “sen evini beş metre çek” deniliyor. “Saçmalık bu”, “âbâ ecdat bizim sınırlarımız böyledir” diye itiraz etmeye fırsatınız olmuyor. Sopa korkusu sindiriyor. Neticede sınırlar bozuluyor, hadler ve hudutlar birbirine karışıyor, eski dostlar düşman ediliyor, hısımlar hasım yapılıyor, kan davaları giriyor, memleket yangın yerine dönüyor.

Ümitsizlik mi? Yok canım. Yatanlar ümitsiz olur. İşi olanların ümidi de olur. Bakın, ümitvar olmak için başka nedenlerimiz de var. Okuyun Türkiye’nin en gözde üniversitesinde okuyan bir gurup talebenin yazdığı şu mesajı:

“2,5 yıla yakın oluyor bir arkadaşımızın dini problemleri vardı, boşluktaydı. Çok samimi bir arkadaşımız değildi ama tanırdık. Hatta arkadaşlar arasında destek olalım diye de konuşurduk. Ancak arkadaşla misyonerler daha fazla ilgilendi. O da Hristiyanlığı tercih etti. İnsanların dinden dönme nedenlerini biliyorsunuz. Kur’an’ı Kerimde sevgi yokmuş(!), savaş, kırıp dökmek vs. hırsızlığa uygulanan had cezası vs. Şimdi bu arkadaş Boğaziçi’nde misyonerlik çalışmalarına da katılmaya başlamış. Dini eğitim almamış, babası askermiş ve kızının Hristiyan olmasını doğal karşılıyormuş. Arkadaşla konuşulmaya çalışıldı ama ikna edilemedi. O konuşmaktan memnun oluyor, çünkü insanlara da faydalı olacağını düşünüyor. İhmalkârız, suçluyuz, tembeliz… Şu an elimizden bir şey gelmiyor. Ne yapmamızı önerirsiniz?”

Ben umutlu olmayayım da kim olsun? Gerekçesi de işte şu okuduğunuz mesaj.

Tabi, sorularım da var: Hıristiyan olan kızımızın babası askermiş. Sizce bu tesadüf mü? Yoksa “öyle gecenin böyle sabahı olur” mu diyorsunuz? Ne dersiniz, namaz kılan, karısı başını örten personelini “irticacı” diye fişleyip yargısız infaza tabi tutanlar, oğlu-kızı-karısı din değiştirenler hakkında ne düşünür? Yoksa onlar da kızı Hıristiyan olan baba gibi durumu “normal” mi karşılıyorlar?

İslam “teslimiyet, barış ve kurtuluş” anlamına gelir. Allah kelimesinin tüm anlamları “sevgiye” çıkar. Buna rağmen Hıristiyan olan kızımızın şu cehaletine ne demeli? Eğer İslam karşıtı kampanyalar değilse, onu mağduru değil de hırsızı savunmaya sevk eden amil nedir? Yok eğer “Ben kitaplara, değil pratiğe bakarım” diyorsa, bir avuç Evangelik Hıristiyan fanatik marifetiyle işgal edilen ülkeleri, kitle imha silahlarıyla kanına girilen yüz binleri, tecavüz ve işkence furyalarını niye görmez?

Yok bir şey, dalganıza bakın!

 

Yorum Yaz