Yüzleri “AK” olsun

Bu sözler, topraklarının büyüklüğü Batı Avrupa kadar olan bir ülkeye yönetici seçilen 1. Halife Hz. Ebubekir’in, seçildiği gün yaptığı konuşmanın bir parçasıdır;

“Bakın, sizin en iyiniz, olmadığım halde, başınıza yönetici seçildim. Madem bu böyle oldu, eğer iyi şeyler yaparsam siz de bana destek olun. Yok eğer yamulursam, o zaman da beni düzeltin. Doğruluk ve dürüstler emanete sadakat, yalan dolan emanete ihanettir. Sizin aranızdaki zayıf biri, hakkını alıncaya kadar, benim nazarımda güçlü biridir. Size göre güçlü olan biri, (gücü sayesinde gasp ettiği) bir hak kendisinden alınıncaya kadar, benim nazarımda zayıftır.”

Kendisini dinleyenler arasından biri, “Eğer sen yamulursan, seni kılıçlarımızla düzeltiriz” şeklinde sert bir mukabelede bulunmasına rağmen, o bu tavrı şu muhteşem sözle ödüllendirmişti:

“Allah’a sonsuz hamdolsun ki, yönettiklerim arasında ben yamulursam beni kılıcıyla düzeltecek kimseler var.”

Bunu ancak, tasavvurunu, aklını ve şahsiyetini vahyin inşa ettiği bir yönetici söyleyebilir. Çünkü bu sözler sadece dudaktan çıkabilecek sözler değildi. Bu sözler, yürekten çıkan sözlerdi ve sahibinin “hak” ve “güç” tasavvurunu ele veriyordu.

“Güçlüyseniz haklısınız” mantığını imha edip, “haklıysanız güçlüsünüz” mantığını inşa ediyordu. Güçlünün haklı değil, haklının güçlü olduğu bir hayat anlayışını belgeliyordu.

Aynı zamanda bu sözler “Eleştiriyi görev sayan” bir tasavvurun ürünüydü. Yani, “Bizim geleneğimizde eleştiri yoktur” demeyi kimse aklına getirmemişti.

Aksine, bizim geleneğimizde eleştiri bir görev ve ibadetti. Adına da el-emr bi’l-ma’ruf ve’n-nehy ani’l-münker (iyiliğe özendirmek kötülükten sakındırmak) denirdi.

Geleneği, 30 yılı aşmayanların, geleneği saltanatla sınırlı olanların geleneğinde elbette “eleştiri” yoktu. Bırakın eleştirinin bir görev ve ibadet olmasını, eleştiri bir suç, hatta bir ihanetti. Bu geleneğin mensupları da eleştiri yapana, bir suçluya ve haine ne yapılacaksa onu yaptılar.

Geleneği Peygamber’e ulaşanlar, ya da aklını ve şahsiyetini “sultânî geleneğin” değil de “nebevî geleneğin” inşa ettiği liderler, yani vahyi sindirmiş olanlar… İşte onlar, Hz. Ebubekir’in baktığı gibi bakarlar.

Şahsen, bu ülkede siyasete atılacak Müslümanların ne yapacağından önce, onların tasavvurunu, aklını ve şahsiyetini neyin inşa ettiğine bakarım. Tasavvurunu vahyin inşa etmediği birinden çok şey beklenemez, beklemek doğru da olmaz.

Çünkü kişinin eylemi bilgisini aşamaz…

Bilgisi aklını aşamaz…

Aklı bilincini aşamaz…

Bilinci inancını aşamaz…

Bugüne kadar lider konumundaki insanların hep eylemi tartışıldı, hâlâ da öyle. Fakat bu insanların yaptıklarından daha iyisini yapabilecek bir bilgi, akıl, bilinç ve inanç kapasitesine sahip olup olmadıkları konuşulmadı. Oysaki eylemi belirleyici olan bunlardır.

AK Parti, siyasi arenadaki (lafın gelişi değil, gerçekten “arena”) yerini aldı.

Malum medyanın karalama kampanyası, bu medyanın kimin malı olduğunu iyi bilen bu halk nezdinde Ak Parti için artı bir puandır. AK Parti’nin beyin kadrosu umarım bunun farkındadır. Bunun tersi de geçerli; malum medyaya yaranmak için yapılacak her kur, AK Parti için bir şaibe ve tereddüt odağı olacaktır. Onların kimi ve neyi, ne zaman ve nasıl sevdiklerini ve seveceklerini herkes iyi biliyor.

Esas duruşu olmayana, kısa zamanda nasıl “rüzgar gülü” olunacağını öğretmek konusunda uzmanlık sahibi bir nice çevre vardır bu ülkede. Omurgasız siyasetin nelere mal olduğunu öğrenmemiz için bir 28 Şubat daha gerekmiyor. Güç odaklarına karşı omurgalı siyaset yapacak, milletten aldığı desteği üniformalı üniformasız bürokrasinin ve güç merkezlerinin göbeğine bahşiş diye yapıştırmayacak, esas duruşunu bozmayacak, başını verecek fakat çektirmeyecek siyasetçilere ve siyasete ihtiyaç, her zamankinden daha fazladır.

Umarım AK Parti, öncü kadrosunu konuşmasına “devlet” diye başlayan adamların ve kadınların (evet “kadınların”) değil, “millet” diye başlayan ve öyle bitiren adamların ve kadınların oluşturduğu bir parti olur. Umarım devleti küçültüp milleti büyültmenin savaşını verecek adamları kucaklar.

Umarım tavandan değil, tüzüğünde yer aldığı gibi tabanın katılımıyla yönetilir. Umarım, lideri “halife”, partiyi “cemaat”, parti üyeliğini “biat”, seçim propagandasını “davet” gibi görmez. Umarım, bölgecilik, meşrepçilik, cemaatçilik, hizipçilik, klikçilik yapılmasına izin vermez.

Umarım milletvekilliği, bir “ihsan-ı şâhâne” olmaktan çıkıp bir ehliyet ve liyakat makamı olarak telakki edilir. Ehliyetsiz, bilgisiz, birikimsiz, katılımsız, kıl beşini, gör işini, al maaşını anlayışıyla milletvekilliği yapacak vekillere milletin karnı doymuştur.

AK Parti, insanlığın değişmez değerlerine yaslanarak, değişmesi gereken her şeyi ve herkesi değiştirmeyi kendisine hedef edindiğini, “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” sloganıyla göstermiştir. Umarım, “ilkeler” ve “ilkler” söylemi doğru hayata geçirilir. Umarım, değişmez değerleri olmayanların değiştiremeyecekleri unutulmaz. Sabiteleri ve ilkeleri olmayanların değişince “başkalaştıkları” da…

Yüzleri “AK”, yolları açık olsun. Allah bu milletin çilesini dolmuş etsin.

 

Yorum Yaz