Zorla da dua olmaz ki!

Bu ülkenin en sorunlu alanlarından biri din-devlet ilişkileridir.

Dinin devlete bir şey yapması söz konusu olmadığına göre, devlet dini ne yapacağına karar verinceye kadar bu alan sorunlu olarak kalmaya devam edecektir.

Devlet bir karar vermelidir: Dine hasım mı olacaktır, hısım mı olacaktır, tarafsız mı kalacaktır?

Bu soruların cevabı öyle lafla olmaz. Mesela dine olur olmaz müdahale ederek, onu vesayet altına alarak, dindarların neye ne kadar inanacaklarına kıl aldırmadığı burnunu sokarak “tarafsızlık” iddiası gülünçtür.

Devlet, dinle sorunlu kesimlerin tarafını tutarak onların dindarlara karşı sözcülüğünü yapmakta, hatta onlar adına dindarlara sopa çekmektedir. Bu alışkanlığından sıyrılmadığı sürece, dine karşı hasım gibi algılanmaktan kurtulamayacaktır.

Din-devlet ilişkilerinin en sorunlu alanı teşkil ettiği bir ülkede, ebette Diyanet de sorunlu kurumlardan biri olmak durumundadır ve öyledir de. Sorunlu bir kurumun elemanı olmak, bu sorunları bizzat yaşamak demektir.

Diyanet camiası içerisinde din-devlet ilişkilerindeki gerilimi en çok hisseden kesim, halkla en çok yüz yüze gelen imam-hatiplerdir. Yönetim kadroları ve müftülerin, bu ülkedeki din-devlet gerilimini imamlar kadar hissetmediklerini düşünüyorum. Bu kadrolar, milletten çok devlete yakın bir konumdadırlar. Çoğu kez kendi camialarının haklarını ve dinin hukukunu üst makamlar nezdinde temsil emek yerine, yukarının dayatmalarını ve talimatlarını aşağıya ileten bir ara kablosu hüviyetine mahkumdurlar. Bazen de kraldan çok kralcı geçinerek, zaten ezilmiş ve horlanmış olan camialarının ensesinde boza pişirmeye kalkarlar.

Özetle imam-hatipler, bu işin çilesini en çok çeken kesimdir. Milletle devlet arasında sıkışmış olmanın bunalımını her an yaşarlar. Dini olanla resmi olan arasındaki farkı en aza indirme işi, mümkünse millete hiç hissettirmeme işi, imam-hatiplerin omuzlarına yıkılır.

Peki, bu mümkün müdür?

Ne mümkün efendim, ne mümkün? Adeta muhaldir. İmam-hatiplerden olmazı oldurmaları istenmekte, bu da onları cendereye sıkıştırmaktadır. Düşünsenize bir imamın halini? İmam-hatiplerin içinde bulunduğu sıkıntılı durumu “yukarı tükürsen bıyık aşağı tükürsen sakal” deyimi çok güzel ifade eder.

İşte bu nedenle hiçbir imam-hatipten bu ülkede görevini tam yapmasını kimse bekleyemez. Bırakınız beklemeyi, bir imam-hatibin görevini tam yapması bu ülkede suç teşkil eder. Görevini tam yapmaya kalkan her imam-hatip, karşısında devleti bulur. Hatta devletten önce kendi amirini, bağlı oldu teşkilatı bulur. Tabi ki onlardan önce yeminli din karşıtları tepesine üşüşüp de işlerini bitirmezse.

İşin “nasılını” açıklamak için, imam-hatip kelimelerinin manalarını hatırlamamız yeterlidir. İmam “önder” demektir, hatip de hepinizin bildiği gibi “hitap eden, konuşan” demektir. Peki imam-hatipler her hangi bir meselede toplumda önderliğe girişebilirler mi? Eğitimleri, konumları, imajları, gelirleri, hakları ve hepsinden öte yetkileri buna müsait midir?

Ya hatiplikleri? Her Cuma ellerinde gördüğümüz ve bu ülkedeki 60.000’i aşkın imamı “papağan”, hatta “merkezin hoparlörü” derekesine düşüren bu uygulama neyin nesidir? Hani hem “imam” hem de “hatip”tiler? Böyle hatiplik olur mu? Bir teşkilat kendi mensubunu bu kadar aşağılayabilir mi? (Bu arada yeni başkan Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun bütün bu çarpıklıkların farkında bir isim olduğuna ve Diyanet mensuplarının onurunu en iyi savunacağına inancımı da belirtmek isterim.)

Peki, namazda cemaatin en önüne geçen bu kesimin, toplumdaki saygınlık sıralamasında yerleri nerededir? Bunu hiç soran var mı?

Bu ülkede hayvan haklarını arayıp sormak cesaret gerektirmezken, neden imam-hatiplere yapılan hakaretin hesabını sormak cesaret gerektirir, bunu hiç düşündünüz mü?

İşte, Kemal Gürüz ve Kemal Alemdaroğlu sık sık imam-hatiplere hakaret ediyor. Bir zamanlar Tansu Çiller siyasi muhalifine “Mesut onbaşı” dediği için, birileri bunu onbaşılara hakaret sayarak onları mahkeme kapılarına yığmıştı. Çiller’in sözünün hakaret olması şöyle dursun, belki iltifat bile sayılabilirdi.

Fakat ülke insanının gözünün içine baka baka adı geçen şahıslar binlerce imam-hatibe hakaret ediyorlar. Bu durumda onurunu önemseyen her imamın kişilik haklarına saldırıldığı gerekçesiyle mahkeme kapılarına yığılması gerekmiyor muydu? Hukuk devletinde hiçbir suç cezasız kalmamalı. Bu suçu işleyenler Gürüz ve Alemdaroğlu olsa bile.

Ebette gerekiyordu. Fakat zor. Neden, biliyor musunuz? Bir zamanlar Diyanet İşleri Başkanlığı yapmış bir tefsir profesörü, çıkartıldığı ekranda hakarete uğramış kendi camiasını savunacak yerde, kalkıp hakaret edenleri savunuyor da ondan.

Sendikalı imam-hatipler haklı olarak “bize hakaret edenin cenazesini kılmayız” diyorlar. Eski Diyanet İşleri başkanının içi epey geniş olmalı ki, hiç alakasız kıyaslar yapıyor. Hakaret sahiplerine yine bir çift söz yok. Ve sonunda “Cenaze namazı dediğiniz duadan başka nedir ki” diyor ve tehdit edercesine ekliyor, “mevzuat gereği mecbur kıldıracaklar”.

İlahiyat çıkışlı haber spikerimiz çıkıp da sormuyor: “İyi ya hocam! Cenaze namazı duaysa, içinden gelmeyen birine zorla da dua edilmez ki!”

Mesleği askerlik olanların dahi üstlerinin vicdanlarına aykırı talimatlarına uymadığı bir dünyada, bizim imamlara siz “mevzuat gereği” zorla dua mı ettireceksiniz? Bir yanda daha fazla hak ve özgürlük derken, öte yanda imamların vicdanına kelepçe vurmaya kalkmak ha!

 

Yorum Yaz