”Zulm ile âbâd olanın âhiri berbâd olur”

Kur’an zalimlerin tümüne ilahi yasayı hatırlatır: “Zalimler, zamanı gelince nasıl bir inkılapla devrileceklerini mutlaka öğrenecekler.” (Şuara 227)

“İki saatlik âdil yönetim” der Hz. Peygamber, “bir ömürlük nafile ibadete bedeldir.”

Yine o, “Cihadın en büyüğü, zalim yöneticiye hakkı söylemektir” buyurur.

Daha sonra başkalarına yakıştırdıkları şu söz, aslında âdil halife Hz. Ömer’e aittir: “Adalet mülkün temelidir.” İslâm semasının yıldızlarından İbn Teymiyye “Devlet” der, “küfürle değil, zulümle yıkılır.”

19. yüzyılda yaşamış olan Tanzimat’ın bilinçli muhalifi halk ozanı Seyrani, daha o zamandan şu mısraları düşer tarihe:

Kırılsın kanunun telleri felek

Aksi murad üzre çaldığın yete

Hakka hakikate oldun büvelek

Zülmü adalete saldığın yeter

Şu mazlum İslâm ümmetinin haline bakın. Hem yerli zalimlerin zulmü altında inler, hem de yabancı zalimlerin zulmü altında. Hem içerden ihanete uğrar, hem dışardan.

Bir dönem kâhyalarıyla dövenler, gün gelir kâhyalarını aradan çıkararak, bizzat kendileri dövmeye başlarlar.

Bu, ne zamana kadar böyle sürecek?

Müslümanlar ölüm uykusundan uyanıncaya kadar.

Şunu herkes aklına koysun: Bölgesel kurtuluş yoktur Müslümanlar için. Şu ya da bu ırkın ve kavmin tek tek kurtuluşu yoktur.

Müslümanlar kurtulacaksa hep birlikte kurtulacaklar. Biliyorum, şu anda “İslâm âlemi” denilen coğrafya paramparça. Ortada “İslâm dünyası” denilmeyi hak edecek kısmen de olsa uyumlu bir yapı ortada yok.

Bu doğru. Fakat en az bu kadar doğru olan bir başka şey daha var:

İslâm ortak paydasının Müslüman halklar ve kavimler arasında hâlâ en yüksek ve yeri doldurulamaz bir ortak payda olduğu gerçeği.

Küfür cephesi, bu ortak paydayı ne kadar yok etmek için çaba göstermiş olsa da, hâlâ yok edebilmiş değil. “İslâm kardeşliği”, en şuursuz Müslümanların dahi bilinçaltından kazınabilmiş değil.

Bunu ancak bir zıtlaşma ya da karşılaşma anında görebiliyoruz. Eğer “İslâm kardeşliği” bağı bilinçaltından da silinmişse, bugün Kıbrıs’ta görüldüğü gibi bir toplumsal kimlik kaybı ve aidiyet kriziyle karşı karşıya kalmak kaçınılmaz.

Kıbrıs örneği, laikleştirme projesinin kimliksizleştirme ve değersizleştirme demeye geldiğinin en tipik göstergesidir. Bu, bizi biz yapan değerlerden soyutlayarak “manevi haymatlos (=vatansız)” kılma projesidir.

“Millet”, bir inanç sistemine bağlı insanlar topluluğu demektir. Millet şuuru olmadan devlet şuuru olmaz. Bir kitleyi “güruh” olmaktan çıkarıp “millet” yapan şey, değerler sistemidir. Eğer bir değerler sistemi yoksa onlar devleti ne yapsınlar? Bir kalabalık ha şu bayrağın altında yaşamış ha bu bayrağın, ne fark eder?

O halde yapılacak şey belli: Müslüman topraklarını kuşatan iç ve dış zulümden kurtuluşun yollarını aramak. Zalimlerin yerli işbirlikçileri olmazsa, yabancı zalimler ne kadar güçlü olursa olsun, İslâm topraklarına bir şey yapamazlar.

Eğer ABD, terör devleti İsrail’in güvenliğini sağlamak ve enerji kaynaklarına el koymak için Müslüman topraklarını işgale yelteniyorsa, bu, yerli işbirlikçiler olmadan asla başarılamayacak bir şeydir.

Zulümden kurtulmanın en emin yolu, yerli ve yabancısıyla, zalimlerin tümüne birden “hayır” diyebilmektir.

Yorum Yaz