Kur’an’ın Özü Fatiha: Eleştirel Aklı Farz Kılan Sure

BAŞYAZI

 KUR’AN’IN ÖZÜ FATİHA: ELEŞTİREL AKLI FARZ KILAN SÛRE

Mustafa İSLAMOĞLU

Fatiha’yı okumak, Fatiha’yla tanış olmak, biliş olmak. Fatiha’yla iletişime geçmek. Fatiha’yla buluşmak… Ne kadar buluştunuz? Ne kadar tanıştınız? Ne kadar iletişime geçtiniz?

Okumak seslendirmek değildir. Cep telefonunuzun okuduğu gibi okuyorsanız, cep telefonunuz ne kadar istifade ediyorsa o kadar istifade edersiniz. Bilgisayarınızın okuduğu gibi okuyorsanız, bilgisayarınız Fatiha’yı okumakla ne kazandıysa siz de onu kazanırsınız. Flash belleğinizin okuduğu gibi okuyorsanız, Fatiha’yı okuyan Flash belleğinize ne yazılırsa size de o yazılır. Daha fazla bir şey beklemeyin.

Fatiha üzerinden aynı zamanda Kur’an’la olan ilişkimizi sorgulayalım. Unutmayalım; “Efelâ yetedebberûne’l-Qur’ân: Onlar, Kur’an’ı tedebbür etmezler mi?” emri var. Yani bu ne demektir? Kur’an’ın anlamı üzerinde yoğunlaşmazlar mı? Eğer Kur’an’dan bir şeyler okuyor veya okuduğunuzu iddia ediyor ama anlamıyla buluşmuyorsanız bu şuna benziyor: Mafya adamı öldürüp ondan sonra çelenk yolluyor, değil mi? Aynen buna benzer. Öldürdüğü adama çelenk yollayan mafyanın yaptığını yaparsın. Veyahut da önce öldürdüğümüzün başına sonra türbe dikip onu sevdiğimizi söylemeye benzer. Hem katili hem tapıcısı oluruz!

 

Hamd Allah’a Mahsustur (1): Övgü Probleminin Çözümü

 

Bismillahirrahmanirrahim. Rahman rahim Allah adına, Allah’ın adıyla. Besmele demek bir şeye besmele ile başlamak, merhametle başlamaktır. Şefkatle başlamaktır. Her şeyin başı besmeledir demek her şeyin başı merhamettir anlamına geliyor. Evet okumaya da merhametle başlayalım.

 

El-hamdu lillâhi rabbilâlemîn.” Hamdolsun veya Türkçesiyle övgülerin tamamı alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.

 

Fatiha 1: Hamd Allah’a mahsustur. Övgü probleminin çözümü. Evet. Bu ayet Fatiha 1 yani Kur’an’ın önsözü ve Kur’an’ın ilk ayeti. Bir problemi dile getirerek başlıyor. Problemin adı ‘övgü problemi’. Konunun kendisi psikolojik bir konu. Yani psikoloji ilmini ilgilendiren bir konuyla karşı karşıyayız. ‘Övgü problemi’ diye bir problemi var insanoğlunun. Bu problem ilk insandan son insana kadar sürecek bir problem. Peki övgü problemi ne zarar verebilir ki Fatiha’nın başında böyle bir problem ele alındı? Kur’an’ın önsözünün ilk ayeti övgü problemine ayrıldı? Ne kadar önemli bir problem ki bu, bu en başa geldi ve kuruldu?

Hamd ne demektir? “Övgü”dür. “Sena” (ثناء); yine Arap dilinde karşılığı ‘övgü’dür.

Hamd neden Allah’a özgüdür? Neden ‘hamd’lerin yani övgülerin tamamının cümlenin başında gelmiş olması tahsis vurgusu katar? Ne demek bu?

“Övgülerin tamamı Allah’a mahsustur.” “lillâhi”deki lâm gibi Allah’a özgüleyen lâmlara “lâm-ı tevhid” adını veriyorum. Aslında “lâm-ı tahsis”tir onun adı Arap dilinde. “Lâm-ı milk” de denir. Ne demek bu? Övgü Allah’ın mülküdür, demektir. Övgü Allah’a mahsustur, demektir. Hani eskiden devlete mahsus arabalar vardı, üzerinde “resmî hizmete mahsustur” yazardı ya? Şu demek bu: Başkası özel hizmetinde kullanamaz. Yani bu arabanın üstüne biniyorsa oğlunu okula götürüp getirmek için kullanamaz, bu araba ile pazara gidemez, bu araba ile düğüne gidemez, bu araba ile özel işini yapamaz. Onun için lâm-ı tevhid’i iki şekilde tanımlarız:

Olumlayan anlamı: Övgülerin tamamı Allah’a özgüdür, Allah’a hastır, Allah’a mahsustur, Allah’ın mülküdür.

Olumsuzlayan dolaylı anlamı: İnsana emanettir. Bir şey Allah’a mahsussa ve sizden onu yapmanız isteniyorsa insana da emanettir. Bu mutlak mülk edinilemez övgüdür. İnsan insanı övebilir. İnsan eşyayı övebilir. İnsan kendisini de övebilir. Ama bu anlamdaki övgülerin tamamı emanettir. Emanete nasıl muamele ediyorsanız o övgülere de öyle muamele edin. Dolayısıyla o bu övgüye bugün layık olmuş olabilir yarın olmayabilir. Dün layık olmamış olabilir yarın olacak olabilir, övgü emanettir. İnsandaki övgülerin, emanetlerin tamamının kaynağı Allah’tır. Zira en güzel isimler Allah’a aittir, en güzel övgülerin kaynağı da odur. Zimmete geçirilemez, hiçbir övgü zimmete geçirilemez. Çünkü insan değişken bir varlık, Allah’sa değişmeyen bir varlıktır. Allah için olan övgülerde bir değişme, bozulma, zaman aşımı olmaz.

Hamd özelinde övüldüğünüz şey size emanettir. Emanete iki şekilde davranılır: ya sadakat ya da ihanet. Yani emanet ile iki şey karşılanır. Ya sadakatlisinizdir ya da ihanet etmişsinizdir.

 

Lâm-ı tevhid: Kur’an’da ‘lâm-ı tevhid’ler, Yani ‘tahsis lamı’, ‘milk lâmı’ örneklerine bakalım. Lehu’l-esmâu’l-husnâ: 4 kez geçer, Taha suresi başta olmak üzere Kur’an’da sadece 4 yerde geçer. Hepsinde bu lâm vardır. Nedir? Güzel ve iyileri putlaştırma! “Ey insan, güzel ve iyi olanları putlaştırma” demektir bu. Çünkü “lehu’l-esmâu’l-husnâ”; “aklınıza gelen en güzel ve en iyi ne var, onların tamamı Allah’a mahsustur” demektir. O zaman güzelleri putlaştırma, iyileri putlaştırma. İnsanların iyileri vardır, ama iyidir diye putlaştırma!

 

İyi putlaştırmasının en tipik örneği nedir? Hz. İsa’dır. Hz. İsa Nebi iyiydi. Ama putlaştırıldı. İyi putlaştırılınca putlaştırma meşrulaşmıyor. Üzeyr Nebi Yahudilerin şu anda kaybolmuş olan bir mezhebi tarafından putlaştırıldı. Venüs. Venüs Yunan’da Güzellik tanrıçasıdır. “Güzellik putlaştırıldığı zaman neye dönüşür?” sorusunun tipik bir örneğidir. Güzelliği putlaştırma! Güzelliği takdir et, iyiliği takdir et fakat putlaştırma! Doğaldır ki çirkinliği kimse putlaştırmaz. Putlaştırma ve yüceltme sevmek ve benimsemekle alakalıdır genellikle. Gerçi şeytan gibi korkulan şeylere de tazim gösterilmiş bazı toplumlarda. Fakat bu istisna teşkil eder. Yüceltme güzel olanadır. Bu mesaj, “bir şey güzeldir diye onu put yapma, iyidir diye, peygamberdir diye put yapma” mesajıdır. İşte “Lehu’l-esmâu’l-husnâ”nın verdiği mesaj budur.

 

 

Lehu’l-hamd: Hamdin ve övgülerin tamamı Allah’a mahsustur. Ey İnsanoğlu, “kişileri putlaştırma” demektir bu. Ermiş diye putlaştırma, aziz diye putlaştırma, Hristiyanlar gibi “Saint” diye putlaştırma, veli diye putlaştırma, gavs diye putlaştırma, kutub diye putlaştırma, şeyh diye putlaştırma.

 

Lehu’l-mulk: Serveti putlaştırma! Kur’an’da 100 yerde geçen ‘Mülk Allah’a mahsustur’ ifadesini neden deriz? Çünkü serveti putlaştırma putlaştırmaların en yoğunudur. İnsanın elinde serveti gördüğümüz zaman onun karşısında çözülüyoruz, savunmasız kalıyoruz. Çünkü servet güçtür. Maddenin çekim gücü vardır. Madde yoğunlaştıkça, büyüdükçe çekim gücü de büyür. İnsan da bu çekim gücüne karşı direnebildiği kadar insandır. Onun için lehu’l mülk: serveti putlaştırma mesajı ile direnmeye davet eder.

‘Menat’ ve ‘Hades’ bunun en belirgin örnekleridir. Menat, para servetin putlaşmasıdır. Yani cahiliye Araplarının taptığı putların en ünlüleri Kur’an’da anılır: Lat, Menat, Uzza. Menat putu serveti temsil ediyordu. Cahiliye Arapları serveti ve parayı putlaştırmıştı. Bunun bir de Yunan’da örneği var: ‘Hades’. Hades, Yeraltı Tanrısı ama aynı zamanda servet tanrısıdır. Dolayısıyla Yunanlılar servet tanrısı yapmışlar onu putlaştırmışlar ve ona tapmışlardır.

Lehu’d-dînDin Allah’a mahsustur. Bunun verdiği mesaj nedir? Din babamızın malı değildir. İnsan dinin sahibi değil, talibidir. İslam’ın sahibi sen değilsin ey Müslüman. İslam’ın sahibi Müslüman olmaya kalkarsa ne olur biliyor musunuz? Cenneti kendi tekeline alır. Elinin birine mümin diğerine kâfir damgası alır, önüne gelenin alnına basar. Bu mümin bu kâfir, bu cennetlik bu cehennemlik.

Dolayısıyla dini babamızın malı zannetmek o dini elimizde oyun hamuruna çevirmektir. İstediğimiz gibi yoğurur içine istediklerimizi katar, istemediklerimizi çıkarırız. Din insanın elinde oyun hamuruna dönünce o din kimin dini olur? Allah’ın dini olmaz o kesin. Onu oyun hamuru gibi oynayan insanların dini olur. Ve o dinden hayır beklenir mi? O dinden güzellik beklenir mi? O dinden amacını gerçekleştirmesi beklenir mi?

 

Lehu’l-hukm: Kur’an’da bir başka lâm-ı milk, lâm-ı tevhid. Hüküm Allah’a mahsustur. Bunun açılımı nedir? Devleti putlaştırıp kul olma. Onun için hüküm ‘yönetme’ anlamına gelir. Kur’an’da tek yerde ‘devlet’ kelimesi geçer ve o da olumsuz anlamdadır: “Key lâ yekûne dûleten beyne’l-ağniyâi minkum/Servet zenginlerinizin elinde bir devlete dönüşmesin”.. Bunun için de paylaşın, infak edin… Dolayısıyla ne serveti ne güç ve servet üzerine kurulan devleti putlaştırma, ona kul olma. Bunun da ilginç bir örneği var cahiliye müşriklerinde: Lat. Lat, devletin yani yönetimin, yöneticinin putlaşmasının simgesiydi, sembolüydü. Otoriteyi putlaştırmanın bir diğer adıydı. Otoriteyi putlaştırdığında artık güce taparsın. Partin dinin olur, parti başkanı putun olur. Ondan sonra eleştiremezsin, eleştirel bakamazsın, yanlışına yanlış diyemezsin bunu diyemediğin zaman; ona da kendine de zulmetmiş olursun, kıyarsın.

 

Lehu’ş-şefâ’atu: Şefaat Allah’a mahsustur. Saydıklarını, tazim gösterdiklerini, büyük zannettiklerini bana torpil yapsın diye putlaştırma!

 

Lehû qânitûn: Hiçbir kula baş eğme, sadece O’na eğil. Önünde eğilmeye layık tek varlık Allah’tır.

 

Lehu’l-velâyetu: Velayet, dostluk O’na mahsustur. Bu, fanilerin adını Allah dostu evliya koyup putlaştırma demektir.

 

Lehu’l-halq: Yaratma O’na mahsustur. Veyahut da yaratılmışlar O’na mahsustur. Ne demek bu? Mucidi, sanatkarı, icadı putlaştırma! Mutlak yaratan O’dur. Yunan’da ve Roma’da Dionysos bir Tanrı idi. Şarap tanrısı. Şarabı icat ettiği için Tanrı edinmişler. Pers’teki karşılığı Cemşid’dir, bizim dilimize “Cem” olarak geçmiştir. Yani mucit olduğu için, şarabı bulan kişiyi Yunan toplumsal aklı Tanrı edinmiştir. İcatta tanrısal bir şey vardır diye mucit Tanrı sayılmıştır. Tanrı Hermes, yazıyı icat eden tanrı olarak bilinir. Bizdeki karşılığı İdris’tir. Onu da tanrılaştırmışlar. Yani yetenekli diye birini putlaştırmaktır. “Yaratma O’na mahsustur” mesaj, yeteneklere saygı duy, fakat yeteneği put etme, o yeteneği yaratanın Allah olduğunu unutma, anlamına gelmektedir.

 

Lehû kun feyekûn: “Ol!” deyip oluş sürecine sokmak O’na mahsustur. Hiçbir yaratılmışı putlaştırma zira oluş yasalarını O koydu. Yani eğer saygı tazim gösterecek birine tapacaksan o yasayı koyana tap! O yasayı bulana değil, keşfedene değil. O yasayı koyana kul ol! O yasayı Allah koymuştur.

 

Lehu’l-ğayb: Gayb O’na mahsustur. Yani idraki aşan hakikatler alanı O’na mahsustur. Bu ne demek? Cin, peri, ufo, uğur, uğursuzluk vesaire diyerek bilinmeyene ve karanlığa kul olma! Karanlığı ve bilinmeyeni putlaştırma! Karanlığa kul olma! Cin ve periye kul olma!

 

Lehû kullu şey’in: Hiçbir şeyi putlaştırma! Her şey O’nundur. O’nu bırakıp da O’nun olana tapınmak, ekmeğin sahibine teşekkür etmek dururken ekmeğe teşekkür etmek kadar abestir. Ekmeğe yapılacak teşekkür onun hakkını vermek, ondan aldığın enerjiyi doğru yere harcamaktır.

 

Lehu’r-rızk: Rızk onun mülküdür. Patronu putlaştırma! Evet, patrona minnet duy, sevgi duy, teşekkür et, ama onu put etme. Bunun ilginç örnekleri de var: Anadolu’da göğüsleri sarkmış bir kadın olarak tasvir edilen Kibele putu. Kibele, Anadolu tanrıçalarından biridir. Bu tanrıçanın göğüslerine tapılırdı. Çünkü o bereket tanrıçasıydı. Dolayısıyla rızkı onun verdiğine, onun beslediğine inanılırdı. Kıtlık ve açlık zamanları ona tazim ve perestiş edilirdi.

 

İnnâ lillâh: Çok fazla anlaşılamamış bir Kur’ani ibaredir. “İnnâ lillâh we innâ ileyhi râci’ûn”İnnâ lillâh; biz Allah’a aitiz. Ne demek? Kimsenin malı, mülkü, kulu, kölesi olma, demek. Siz Allah’a aitsiniz. Siz kula ait değilsiniz. Siz anne babanıza da ait değilsiniz. Yani anne babanız sizin üzerinizde onların malıymışsınız gibi muamele edemez. Bu, aynı zamanda siz de evlatlarınızı malınız gibi görmeyin mesajıdır. Bu Kur’ani cümleyi dilinden düşürmeyen bir çok insan çocuklarını malı gibi görüyor maalesef.

 

İnne’l-mesâcide lillâh: Cin suresinde geçmektedir. Mescitler Allah’a mahsustur. Burada da ‘lâm-ı tevhid’ gelmiştir Ne demektir? Mescitlerde kulları değil Allah’ı yüceltin. Bugünkü camilerin bu ayete arz edilmesi halinde geçer not alıp almayacağını sorgulamak gerekmektedir. Kur’an’ın ölçüsüne vurulsa, gerçekten mescitlerin kaçı sınıf geçer?

 

İnne’l-izzete lillâh: Saygınlık kazanmak için insanları yüceltme, mesajıdır. İzzet, şeref Allah’a mahsustur. “O zaman ben de şerefli olayım” diyen bir insan Allah’a yakın olmalı. Allah’ın önünde eğilmeli. Başkalarının önünde eğilirse şerefini kaybeder. Onun için “inne’l-‘izzete lillâh.” İzzet ve şerefin kaynağı Allah’tır ilkesi, insanın insana kulluğunu, insanın insan önünde şerefini yok etmesini, iki paralık etmesini önlemek için bir tedbirdir.

 

Mehyâye we memâtî lillâh: Ölüm ve dirim Allah’a mahsustur. Yaşam ve ölüm hükmü Allah’a mahsustur. Hiç kimse, hiçbir insan, bir insanın yaşamını ve ölümünü son hükme bağlayamaz. Eğer Allah’ın verdiği bir hüküm, bir ruhsat, bir hüküm yoksa. Bir başkasının hayatına zulmen son vermeye kalkmak, Allah’ın yetkisini çalmaya kalkmaktır. Her cinayet aynı zamanda bir şirk teşebbüsü gibi görülmelidir. Hayat dokunulmazdır, kutsaldır. Hayat kutsallığını, onu yaratan el-Hayy olan Allah’tan alır.

 

Qul lillâhi’l-maşriqu we’l-mağrib: “De ki; maşrik ve mağrib; doğu ve batı Allah’a mahsustur.” Bu ilke çok harika. Bu şu demek: Doğu ve batıyı parsellemeyin! Ey doğuculuk yapanlar! Ey “doğu büyük batı küçük” diyenler, “büyük doğu” diyenler! Doğuculuk yapmayın. Doğu Allah’ındır. Ey batıcılık yapanlar! Batı da Allah’ındır. Ey “doğu cennet, batı cehennem” diyenler! Veya tersini; “ey batı cennet, doğu cehennem” diyenler yapmayın! Doğu da batı da Allah’a mahsustur. Doğuculuk ve batıcılık üzerinden yeryüzünü parsellemeyin! Unutmayın doğuların da, batıların da Rabbi Allah’tır.

 

Lâ havle ve lâ quvvete illâ billâh: Güce tapma demektir. Lâ havle; güç yoktur. ve lâ quvvete; kuvvet yoktur. İllâ billâh; sadece Allah’a aittir. Evet. Yani şu: Eğer gücün ve kuvvetin varsa bunun kaynağında Allah’ı gör. Dolayısıyla bu güç ve kuvveti Allah’tan bağımsız kullanmaya, Allah’tan koparmaya, Allah’tan bağımsızlaştırmaya kalkarsanız, kendi gücünüze yenilirsiniz, kuvvetinize yenilirsiniz, demektir.

 

Cahiliye Şiirinde Medhiye

 

Övgü satıp karşılığını beklemek. Medhiye bir şiir türüdür. Biliyorsunuz cahiliye şiirinde üç ana şiir türü var: Medhiye. Mersiye. Hicviye. Medhiye: övgü. Mersiye: ağıt. Hicviye: yergi. Dolayısıyla medhiye en çok yapılandı. Şair, medhiyeyi yapar, övgü şiirini okur, ondan sonra da ulufesini/karşılığını beklerdi. Zaten almak için övgü yapardı. Mutlaka karşılık alacaktı. Dolayısıyla övgüler aynı zamanda soymak için yapılan bir hırsızlık aletine dönüşmüştü.

 

Kur’an’ın ‘insan elçi’ anlatısı: Neden Kur’an’da iki yerde; “Qul innemâ ene beşerun mislukum: Deki; ben de sizin gibi ölümlü bir insanım.” emri vardır? Kur’an’ın “insan elçi” anlatısı. Hatasız, günahsız kul olmaz demektir bu. Buna peygamberler de dahildir demektir.

Allah Resulüne uyarılar: “‘Ben beşerim’ de ve günahına af dile.” Sekiz kez gelir Kur’an’da. “Vestağfir lizenbik: Günahın için (Allah’tan) af dile.” Doğrudan Allah Resulü’ne gelir bu, çoğul değil tekildir. Hitap zamiriyle gelir; ‘günahın için’. Dolayısıyla, “vestağfir lizenbik”. Oradaki “k” muhatap zamiri var ya, ‘sen günahın için Allah’tan af dile’ (demektir).

Evet. Bugün herhangi bir şeyhe varsan da “günahın için Allah’tan af dile” desen, oradaki müritler adamı ne yaparlar?

Allah Resulünden Ümmetine Kendisini Yüceltmeme Uyarıları

Beni uçurup kaçırmayın, beni yüceltmeyin. Ben sadece bir kulum. Benim için deyin ki: Allah’ın kulu ve elçisi.” Nasıl? Harika değil mi?

Sen ne kötü bir hatipsin” diyor. Bir adam geriden geliyor, “sen ve rabbin, siz ikiniz olmasaydınız şu işim olmazdı” diyor adam. “Küma” zamirini kullanıyor, ikil zamiri. Allah Resulü’nün ise verdiği cevap: “Sen ne kötü bir hatipsin, Allah’la beni aynı zamir içinde nasıl kullanırsın?” Hassasiyete bakar mısınız? “Küma” zamiri, sen ve O, ikiniz. Allah’la ben aynı varlık değiliz ki. O Hâlık ben mahlukum, O yaratan ben yaratılanım. Sen nasıl ikili zamir içinde ikimizi aynı kullanıyorsun?

“Hanginiz Muhammed?” Dışarıdan bedevinin bir tanesi geliyor, ortam kalabalıktır, tanıyamıyor Allah Resulünü. Çünkü alamet-i farikası yok. Kırmızı sorguçlu başlık yok, taç yok, taht yok, sarık yok, cübbe yok. Çünkü sarık hepsinde var. Bir tane onda yok. Müşriklerde de var. Onun için Ebu Leheb de, Ebu Cehil de sarıklı, sakallı, cübbeli. Onların kılığı, kıyafeti, giyimi ve kuşamı neyse Allah Rasulü’nünki de o. Tanıyamıyor. Sırtında özel bir peygamberlik cübbesi de yok. Bir renk takayım da beni tanısınlar da yok. Aksine tanınmasın, tanımasınlar, yani ayrıcalıklı olmayayım hassasiyeti var. Bedevi işte bu ortamda “Hanginiz Muhammed?” diyor.

Düşünsenize, bugün mangalda kül bırakmayan, Allah Resulü’nün varisi olduğu iddiasını güden insanların meclisine varın. Hanginiz şeyh diye sorun da ne olacağını görün? Dünyanın her hangi bir yanında her hangi bir şeyhe; “Hanginiz şeyh” sorusunu sorabileceğinizi tasavvur edebilir misiniz? Tahayyül edebilir misiniz? Peki siz hangi sünnetten bahsediyorsunuz? Hani sünnet deyince mangalda kül bırakmıyor ya şeyhini Allah ile yarıştıran mürit mollalar? Hani ‘sünnetçi’ler ya! Peki, hani sünnetiniz ve siz kimin sünnetine tabisiniz? Siz hangi şeytanın sünnetini işliyorsunuz? Allah Resulü’nün sünneti bu. Bulunduğunuz yerde hanginiz şeyh diye sorulan bir şeyh olmuş mudur bugüne kadar?

İnsan Psikolojisi Ölçüsüz Övgü Karşısında Savunmasızdır

 

İnsan psikolojisi ölçüsüz övgü karşısında savunmasızdır. Bakınız yergi karşısında savunmanız vardır. Sövgüye karşı savunmanız vardır. Saldırıya karşı savunmanız vardır. İftiraya karşı savunmanız vardır. Kalkanlarınızı kaldırırsınız. Silahlarınızı kuşanırsınız. Cevabınızı hazırlarsınız. Fakat en savunmasız kaldığı insanın hangi durumdur biliyor musunuz? Ölçüsüz övgü. Ölçüsüz övgü geldiği zaman çıplak hissedersiniz kendinizi. Artık tüm silahlarınız alınmıştır. Çok nadir insan “deme, öyle deme şımarırım” der. Çok nadir insan “etme, bana kıyma” diye uyarır kendini ölçüsüz öveni. Ama bunu yapan çok nadirdir. Dolayısıyla iyilerinizi yoldan çıkarmayın. Bırakın iyi kalsınlar. Ölçüsüz övgü, savunmasızlıktır. Tüm silahlar düşer. Bir inanmaz, iki inanmaz, üç inanmaz, dördüncüye inanır. Mutlaka bu kadar çok adam söylüyorsa bende bir şey vardır, der. Onun için bir yalana kendinizi inandırdığınızda artık o yalan olur. Sahi, bir insanı yalana dönüştürmek nasıl bir şeydir?

Yoldan çıkaran övgü şeytanın sözel halidir. Bir insanı yoldan çıkaran övgü şeytanın sözel halidir.

Beklentiye dayalı övgü kişiyi altın mermi ile vurmaktır. Onun için “altın mermiyle vursun canımı yesin” mi diyorsunuz. “Elmas mermiyle vursun canımı yesin”, öyle mi diyorsunuz? Yani beni öldürsün ama iyi mermiyle öldürsün mü? Beklentiye dayalı övgü, birini elmas mermiyle vurmak, ondan sonra da ölüsüne dönüp “kıymetimi bil bu kıyağımı unutma” demektir.

İnsan yaptıklarıyla övülmeli yapmadıklarıyla değil. Evet insan övülebilir ama neyle övülmeli; yaptıklarıyla. Yapmadıklarıyla bir insanı övüyorsanız başta yalan söylüyorsunuz. İkincisi onu yoldan çıkarıyorsunuz. Üçüncüsü onu kendi egosuna yem ederek ondan mahrum kalıyorsunuz. Yani hem karşınızdakine hem kendinize kötülük ediyorsunuz demektir.

Allah’a ait niteliklerle insanı övmek onu Allah ilan etmekle eş değerdir. “Falan var ya insanın kalbinden geçeni biliyormuş”, “falan var ya müridinin yatakta sağdan sola ne kadar döndüğünü” biliyormuş. “Falan var ya…” Böyle başlayan cümleler şeytanın imalathanesinde dokunmuş cehennem giysisidir. Evet. Şeytan imalat makinası yapsalar onun konuşmasını böyle programlarlardı.

 

Soru: Bu kütle kaç cins insanını överek yoldan çıkarmıştır? Evet bu kütle kaç cins insanını Allah’a layık sıfat ve niteliklerle överek yoldan çıkarmıştır? Bu sorunun cevabını akleden kalbinize kemali muhabbetle bırakmış olayım.

 

Sözün özü: Yozlaşma arttıkça övgüler ölçüsüzleşir, övgüler ölçüsüzleştikçe yozlaşma derinleşir. Onun için Fatiha, onun için Kur’an; “el-hamdu lillâhi rabbilâlemîn” ile başlar. Övgü problemiyle başlar. Övgü problemi insanlığın en yumuşak karnıdır. En ciddi problemlerinden biridir. Fatiha akleden kalbin anahatarı, akletmeyen aklın sebep ve sonuçlarının gösterildiği bir ön bilgidir.

 

Kur’ani Hayat Dergisi: http://kuranihayat.com/

Temmuz-Ağustos 2019 66.Sayı

 

 

Yorum Yaz