Abartılmış sevinç gösterisi değil, tersinden ifade edilmiş bir toplumsal protesto

Dev bir eğlence sektörü haline gelen “futbolun” ne kadar spor olduğunu; geçmişin faşist ve darbeci diktatörlerinin yaptığı gibi, futbolun kimi baskıcı ve gayrı meşru yönetimler tarafından kitlesel bir “uyuşturucu” olarak kullanılmaya ne kadar elverişli olduğunu tartışacak değilim.

Yukarıda saydığım nedenlerle, spor faaliyetleri içerisinde bana hep itici gelen futbolda dün akşam elde edilen başarıyı küçümsemek gibi bir niyetim de yok. Aksine, her başarının üzerine kocaman cüssesiyle atlayıp onu kendisine mal etmeye çalışan, kendisine mal edemediği başarıları ise ceberut bir refleksle ya mahkûm eden ya da yok sayan resmî sistemden bağımsız, sivil bir gelişme olduğu için önemsiyorum.

Beni rahatsız eden asıl şey, nihayetinde sportif bir aktivite olan futbola medyasından mafyasına, siyasetçisinden tüccarına varana dek herkesin hastalık düzeyinde ilgi duyması. Dahası, bu hastalıklı ilginin, zaten toplumun kaymak tabakasını teşkil eden bu zümrelerin ısrarlı katkılarıyla, ‘bulaşıcı hastalık’ haline gelerek tüm toplumun ‘hayat-memat’ meselesi haline getirilmesi…

Bu noktadan sonra, en ufak bir başarıda içinde gizlediği tüm “maçoluğu” dışına vurarak etrafını kırıp dökenleri, eline geçirdiği silahla rasgele ateş eden alaturka holiganları, gece yarısına kadar insanları taciz edip uykusuz bırakan bir gürültü kirliliğine yol açanları kim garipseyebilir ki?

Bunun nedenini, bu milletin nasıl sevineceğini, başarılara karşı nasıl tepki vereceğini bilmemesiyle açıklamaya kalkmak, bu milletin duygularını en azından hafife almak demektir. Bakıyorum da, düne kadar ‘futbolu’ toplumsal bir salgın hastalık haline getirmeye özel bir çaba sarf eden ‘seçkinler’, şimdilerde tıpkı Türkiye’deki siyaset ve ticaret gibi, elitlerin tekelinden kurtulup halka mal olan futbola da “arabesk” muamelesi yapıyorlar.

Oysaki onlar, dün destekledikleri bu tip aktivitelere, aslında mensubu oldukları seçkin sınıfların başarısızlığını ve dahi pis kokularını örten bir yorgan işlevi yüklüyorlardı. Bu resmî-yarı resmî sınıfların tekelindeki edebiyatın, sanatın, basının, şov ve eğlence dünyasının işlevi de aynıydı. Bu hakim sınıflar, mahkûm sınıflar üzerindeki hakimiyetlerini bunlar aracılığıyla pekiştirirken bir yandan da halkın kültür kodlarını değiştirme amacı güdüyorlardı.

Bugün, koca koca adamların dahi bir futbol takımının Avrupa ölçeğinde elde ettiği bir sportif başarı karşısında bunca sevinç duymalarının altında yatan en büyük neden, başarıya susamışlıktan başka bir şey değildir.

Kim çok görebilir ki? On yıllardır ülkeyi elinde tutan hakim sınıflar, geçmişinde tarih yazmış bir toplumun çocuklarının her alanda önünü tıkamışlar. Üç çeyrek asırdır ne kendileri uluslararası bir başarıya imza atabilmişler, ne de tepesine oturdukları koca bir halkın kendi kendini gerçekleştirmesine izin vermişler.

Bu halk, yedi düvele karşı 10 yıl üç kıtada birden savaşarak destan yazmış. Kanlarıyla suladığı zaferinin sefasını bile sürmemiş. Acılı günlerinde ortalarda görünmeyen müteğallibe sınıflar köşe başlarını bir bir tutarken “Sen de nereden çıktın?” diye sormamış, soramamış. “Tevekkeltü taal Allah!” demiş.

Demiş ve bağrına taş basmış. Kimi zaman aç, kimi zaman açık, kimi zaman itilip-kakılarak, kimi zaman horlanıp yüreği kanatılarak bugünlere kadar gelmiş. Bu zorlu yolculuk sırasında yüzüne kapanan kapıları tıklatmış, ama pek zorlamamış. Engelleri aşmaya çalışmış. Yalancı başarılara bile ‘böreğini’ vermiş; bununla şunu demek istemiş: “Gerçek başarılar gösterin, yüreğimi vereyim!”

Dün Anadolu’nun bağrından (Adana) kopup gelmiş genç teknik adam Fatih Terim, işte şu yukarıda söylediklerimizi bir cümlede şöyle özetliyordu:

“Yalnız sporda değil, her alanda başarılı olacağımıza inanıyorum; yeter ki bu milletin önü açılsın!”

Evet, ah bu milletin önü açılsa bir!

İşte o zaman, bir sportif başarıya böylesine abartılmış tepkiler vermeyecektir bu millet. Adeta kendisinin önünü tıkayan hakim güçlere karşı protestosunu, görece ve mevzi başarıları abartarak gösterme ihtiyacı duymayacaktır.

Evet, bu abartılı coşku aynı zamanda bastırılmış bir toplumsal bilinçaltının tepkisidir, protestosudur. Ancak bu protesto, malûm şartların zorlaması ve tarihten tevarüs edilen toplumsal genetiğin de yönlendirmesiyle, karşı olduğuna tepki vererek değil yandaş olduğunu destekleyerek kendisini açığa vurmaktadır.

İsterseniz bu tespitlerimin isabetli olup olmadığını, ideolojik düşünmeyen sosyal psikologlara test ettirebilirsiniz.

( 19 Mayıs 2000 )

 

Yorum Yaz