ABD ve İsrail Neye Bayılır

Geçen yazımıza İran’ın PKK’sı Halkın Mücahitleri terör örgütüne mensup olup altı yıldan beri kaçak olarak Türkiye’de yaşadığını söyleyen bir mühendisin sorusunu başlık yapmıştık: “İran İran’dan yönetiliyor, ya Türkiye?”

Geçen yazımıza İran’ın PKK’sı Halkın Mücahitleri terör örgütüne mensup olup altı yıldan beri kaçak olarak Türkiye’de yaşadığını söyleyen bir mühendisin sorusunu başlık yapmıştık: “İran İran’dan yönetiliyor, ya Türkiye?”

Bu arada, hayli sıcak gelişmeler yaşandı. Başbakan Ecevit’in “içişlerine müdahale” olarak değerlendirilebilecek ihtiyatsız sözleriyle de desteklenen Tahran’daki öğrenci eylemlerinin Türkiye tarafından kışkırtıldığı iddiası henüz cevaplanmamışken, İran dışişleri, Türk uçaklarının İran’ın bir sınır karakolunu bombaladığı, sınırdaki aşiret çadırlarına roketli saldırı düzenlediği, bunun sonucunda ölenler ve yaralananlar olduğu iddiasıyla Türkiye’yi uyardı.

İddiaları ısrarla reddeden Ankara, Cuma günü, bu kez de Türk askerinin karadan 315 numaralı sınır taşının olduğu bölgede sınırı geçtiği, ufak çaplı bir çatışmanın ardından geri çekildiği iddiasına muhatap oldu.

Ankara son iddiayı, iki askerin yanlışlıkla sınırı geçmesi olarak açıkladı. Aslında İran’ın sınır ihlali şikayetleri 1994’ten beri sürer. 1994’te, iç asayiş operasyonları sırasında Türk uçakları yanlışlıka bir İran sınır köyünü bombalamış ve resmen özür dilemişti.

Öğrenci olaylarını Türkiye’nin desteklediği iddiası, bizce de tutarlı olamazdı. Çünkü, böyle bir şeyi Türkiye istese bile yapamazdı, iç ve dış sorunların içinde debelenen bir ülkenin böyle bir şey yapacağını düşünmek hayalcilik olurdu doğrusu. Tahminimiz doğru çıktı: İran’aki öğrenci olayları dışardan destekliydi, fakat bu dış destek Türkiye’den değildi.

Cumartesi günü İran ve dünya basınına aynı anda yansıyan haberlerden öğreniyorduk ki, Azerbaycan’dan yüzlerce kişi değişik vasıta, isim ve kılıf altında İran’daki gösterilere katılmak üzere yola çık(artıl)ıyor, fakat bunlardan kimi gruplar yakayı ele verince iş ortaya çıkıyordu.

Henüz, kendisinin beşte biri nüfusa dahi sahip olmayan Ermenistan’ın işgali altındaki topraklarını dahi kurtaramamış, eski Sovyet politbüro üyesi Aliyev’in diktası altında inleyen Azerbaycan’ın böyle bir işe kendi başına girişmesi aklın almayacağı bir şey. ABD ve İsrail’in bölgede denetimi tamamen ellerine aldıkları bilinen bir gerçek olunca, işin içinde iş olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek.

Aynı çözümlemeyi, İran’ın doğrudan Türkiye’yi suçladığı, fakat Türkiye’nin de her seferinde reddettiği hava ihlalleri için de söyleyebiliriz. Bir takım uçaklar, Türkiye istikametinden İran’a giriyor ve İran’ı bombalıyorsa, İran Türkiye’yi itham edecektir. Fakat bu ithamı Türkiye her seferinde reddediyorsa, ortada iki ülkeyi savaştırmak isteyen üçüncü bir parmak aramak en doğru yöntem değil midir?

Türkiye ABD ve İsrail’in gazına gelir mi?

Bu sorunun cevabını hep birlikte göreceğiz. Ne ki, bu konuda göğsümüzü gere gere “gelmez!” diyemiyoruz; “gelmemeli!” temenisiyle yetiniyoruz. Elimizden Ankara’daki yöneticilere basiret dilemekten ve uyarmaktan başka bir şey gelmiyor.

Kuzey Irak’ta otorite boşluğu yaratanlar, bu boşluktan en fazla istifade edenlerdi. İsrail istihbarat servisi Mossad, kimi ‘dost ve müttefik’ bölge ülkelerinde gerçekleştiremediği projeleri, Kuzey Irak’ta rahatlıkla gerçekleştiriyordu. Örneğin, , İsrail ve ABD istihbaratının KDP’ye televizyon kurma adı altında İran’ı en yakın noktadan dinleyecek dinleme istasyonları kurduğu öteden beri kulaktan kulağa yayılan haberler arasında yer alıyordu.
İran’ı bombaladığı iddia edilen uçakların, İncirlik’te konuşlanan ABD uçakları olmadığını hangi yetkili garanti edebilir? Hele şu aşağıda verdiğimiz gibi onlarca örneğin geçmişte yaşandığını biliyorsanız:

1992’de, Asayiş Bölge Komutanlığı, Diyarbakır’daki Ohal Bölge Valiliğine şu yazıyı gönderiyor: “…Amerika’ya ait bir C-130 uçağı güvenlik kuvvetlerinin bilgisi dışında Yüksekova karayolu pistine iniş yapmıştır. Eğer bundan sonra adı geçen piste inişler olacaksa bunun bildirilmesi…”

Yine aynı merciler arasında bir başka mesaj:

“25.5.1991 günü saat 12.20’de ABD’ye ait bir Chinok tipi helikopter Boyunkaya ve Keneli köylerine ve bu köylerin kenarına özellikle çukur bölgelerine inip-kalktığı, müteakiben aynı helikopterin Nuh Peygamber bölgesine indiği ve Silopi istikametine gittiği tesbit edilmiştir.”

Ve Kur’an karşıtlarının zaferi

Kur’an’a ve Allah’ın iradesine karşı başlatılan tüpyekün savaş sürüyor. 280 yıllık Batılılaşma iddiasının bu ülkeyi getirip bıraktığı yer, Kur’an’ı yasaklama noktası olacakmış meğer. Sadabad karnavallarının hıncını alırcasına, cansız bedenini çırılçıplak soyarak yüreğini soğutan hırçın kitlenin elinde sünnetsiz olduğu anlaşılan Osmanlı Hilafeti’nin 12 yıllık sadrazamı Damat İbrahim Paşa, bu kadarını tahmin edebilir miydi?

Kur’an’ı kastederek, avam kamarasında “Bu Kitabı Türklerin elinden almalı!” dediği söylenen eski İngiliz başbakanı d’İsraeli’ye (Gladston olduğu da söylenir), Kur’an’ın Türklerin elinden, hem de Türkler tarafından bu kadar kolay bir biçimde alınacağını söyleseniz, inanır mıydı?

Büyüklerimizden çok sık dinlediğimiz Kur’an okumanın dahi yasak olduğu Tek Parti Dönemi’nde samanlıklarda gizli gizli nasıl Kur’an öğretildiğini hikaye dinler gibi dinler, o günlerin geride kaldığını sanırdık. Meğer o zulümler hikaye değil, yaşanmış gerçeklermiş ve babalarımızın yaşadığını biz de yaşayacak, Kur’an öğrenmenin yasaklandığı günleri görecekmişiz.

Peki, 1946’dan sonra biz demokratik bir sisteme geçmemiş miydik? Demek ki hepsi bir yalandan, bir yanılsamadan ibaretmiş; diktanın üzerine demokrasi şalı geçirmişiz.
“Ya ortalıkta dolaşan bu kadar parti?” dediğinizi duyar gibiyim. Güldürmeyin adamı; onların parti olduğu safsatasına inandınız mı? Onlar, tek partinin aramızda dolaşan gölgeleri, belki de hortlamış ruhları…

Allah’ın Kitabı için endişe duymuyorum. O, kendine layık yeni toplumları arar ve bulur. Asıl endişem, Kur’an’sız, Kitab’sız bırakılan nesillerin bizi bekleyen korkunç vebali.

( 26 Temmuz 1999 )

 

Yorum Yaz