Abdurreşîd İbrahîm ve “lem-i İslam”

Seyahatname okur musunuz? Evliya Çelebi’nin Seyahatname’si bir klasik.

İbn Batuta, İbn Fadlan, İbn Cübeyr seyahatnameleri de öyle. Hepsi İslam medeniyetinin seyahatname klasikleri arasında yer alır.

Bu yakınlarda yeni baskısı piyasaya çıkan (İşaret yay. 2003) Abdürreşid İbrahim’in Alem-i İslam ve Japonya’da İslamiyet’in Yayılması isimli seyahatnamesi de daha şimdiden İslam seyahatname geleneğinin klasikleri arasındaki yerini almış durumda.

Miladi 19. yüzyılın sonuyla 20. yüzyılın başı, 1400 yıllık medeniyet tarihimizin en kırılgan, en netameli yılları.

Bu dönemi kapkara bir geceye benzetirsek, bu gecenin semasında parlayan yıldızlarımız da bir o kadar canlı ve ışık saçan cinsten. Bir Tatar Türkü olan Abdurreşid İbrahim de bu yıldızlardan biri.

Onun adını rahatlıkla Musa Carullah, Said Nursi, Mehmed Akif, Muhammed İkbal gibi isimlerin hizasına yazabiliriz.

Ona “zü’l-cenaheyn” (çift kanatlı) demek de yetmez. O adeta “zü’l-ecniha” (çok kanatlı) biri.

İslami ilimleri, Medine’de, kaynağından tahsil etmiş icazetnameli bir alim ve bilgiyi üretebilen sahici bir münevver.

Rusya Müslümanlarını Rus makamları ve uluslararası kuruluşlar nezdinde temsil etmiş, temsil ettiği toplulukları bir çatı altında toplamak için bin bir türlü çilelere göğüs germiş bir teşkilatçı.

Memleketinde “usul-i cedit” okulu açmış bir eğitimci.

Ülfet ve Tilmiz gibi gazeteleri, kendi matbaasında basan bir gazeteci. Onun gazetecilik sevdası onu Almanya’lara kadar sürükleyerek Almanlara esir düşen Rus askerleri arasında bulunan Müslüman Tatar askerlerini bilinçlendirmek için Cihad-ı İslam adlı bir gazete çıkarmaya sevk etmişti.

1911’de İtalyanların Trablusgarb’ı işgali üzerine çölü bin bir güçlükle aşıp Libya’ya geçerek savaşa iştirak eden, 1915’te Rusların Sarıkamış’ı işgali üzerine savaş bölgesine koşan, Anadolu kurtuluş savaşının ardından uğruna savaştığı değerlere karşı açılan savaşı görünce dünyalar başına yıkılan bir savaşçı.

Ama hepsinden öte o kelimenin tam anlamıyla bir seyyah. Mısır, Hicaz, Filistin, İtalya, Avusturya, Fransa, Bulgaristan, Sırbistan, Sibirya, Çin Türkistan’ı birinci seyahat güzergâhı. Sibirya, Moğolistan, Mançurya, Japonya, Kore, Çin, Hindistan, Hicaz ve Ortadoğu ikinci seyahat güzergahı.

İşte Alem-i İslam adlı seyahatnamesi bu ikinci seyahat notlarından oluşmakta.

Kitabın sayfalarında ilerledikçe, Abdurreşid İbrahim’i elde demir asa, ayakta demir çarık yollara düşürenin kuru bir merak değil, yürekte yanan mübarek bir ateş olduğunu çok iyi anlıyorsunuz.

Tıpkı selefleri, çağdaşları ve halefleri olan bir avuç isim gibi o da evrensel bir Müslüman. Öyle diyor kitabının girişinde:

“…kendi milletime ve dinime hizmet fikrini iltizam etmiştim, yirmi beş-otuz senedir her belaya göğüs gerdim, her meşakkate katlandım, otuz senedir milletim milletim dedim, demekteyim ve diyeceğim. Beni dinim İslam, milletim de İslam’dır.”

O bu aşkla Japon aydın ve siyasetçileri arasında İslam’ı yaymaya koyulur. Sırf bu amaç uğruna 60 yaşından sonra Japoncayı öğrenir. İslami davetinde hayli mesafe alır. Eski bakanlardan generallere varana dek bir dizine insanın İslam’la şereflenmesine vesile olur.

Japonya ve İslam konusu ne zaman açılsa, içimde bir burukluk oluşur. Çünkü yüzyılın başında Japonlar sistematik bir biçimde misyoner faaliyetlerinin hedefi olmuştur. Bununla amaçlanan, Japonya’yı batının sömürüsüne açmaktı.

Bunu fark eden Japon liderliği, ülke için yeni bir inanç sistemi arayışına girmişler, en şanslı adaylar arasında da İslam’ı görmüşlerdi. Bu cümleden olarak Japon İmparatoru iki has adamını Osmanlı’ya yetkin din adamı talebi için gönderir. Fakat İttihatçılar bu tekliften askeri alanda çıkar elde etmek için istismara yeltenince, bu tarihi fırsat heba edilmiş olur.

Anlaşılan 800 yıl önce İngiltere kralının (ki o dönemde Londra’da üzerinde kelime-i tevhidin yer aldığı sikke dahi basılacaktır) benzer bir teklifine karşı iç çatışma yaşayan Fas-Endülüs Müslümanlarının gösterdiği vurdumduymazlık ve aymazlıktan ders almamıştık. Vah ki ne vah!

Evet, Abdürreşid İbrahim’i okuyun. Okuyun da “Âşık öldü diye salâ verirler/Ölen hayvan imiş âşıklar ölmez” diyen Yunus’u bir kez daha anlayın.

 

Yorum Yaz