Allah’ın yardımı, duaya kalkan ellerdir

Ortadoğu’da Sünni Filistin ile Şii Hizbullah sırt sırta vermişler, insanlığın ve İslam’ın düşmanı İsrail ile savaşıyorlar.

İslam kardeşliğinin destanını yazıyorlar. Daha doğrusu, Şii Hizbullah, Sünni din kardeşini kurtarmak için kendini bile bile ateşin içine atıyor. Allah’ın “İyilik ve takvada yardımlaşın, ama kötülük ve düşmanlıkta yardımlaşmayın” emrine uyuyor.

Alt Kıta’da, Pakistan’da ise Sünni’lerle Şii’ler savaşıyor. Daha doğrusu, Sünni fanatikler Pakistan Şiilerinin allamesini öldürüyor. Ardından ortalık toz duman oluyor. Pakistan sokakları kaynıyor. Şiiler intikam yemini ederek sokaklara dökülüyor.

Elinizi vicdanınıza koyun ve iki olayı karşılaştırın. Başınızı dizlerinizin arasına koyun ve iki olayın Allah indinde nasıl karşılık bulacağını tahmin edin. Biri cinayeti önlerken, diğeri mezhepçilik adına cinayet işliyor. Biri Allah’ın emri olan vahdeti sağlarken, öbürü Allah’ın nehyettiği tefrika ateşini tutuşturuyor.

Bu karşılaştırma da nereden icap etti, demeyin. Böyle diyen bir akıl, başımıza gelenlerin tesadüf olduğunu vehmeden akılsız bir akıldır. Allah var, tesadüf yok. Başımıza gelen her iyi ve kötü şey birer imtihandır. Allah hayata müdahildir. Başımıza gelen iyi şeyler bize indirilen “rahmet ayetleri”, kötü şeyler bize indirilen “gazap ayetleridir”. Birincisine sevinir şükrederiz, ikincisine tevbe eder ve hamd ederiz.

Nasıl ki duayı sadece dil ile yapınca Dergah-ı Ehadiyyete yükselmiyorsa, tevbeyi de sadece dil ile yapınca kabul olmaz. Tevbenin kabulünün olmazsa olmaz şartı, günahın sebep ve sonuçlarıyla mücadele etmektir.

Tefrika ve ayrılık günahının sebebi mezhep taassubudur. Bu taassubu bilir bilmez, olur olmaz körükleyenler hep ihanetlerinden yapmazlar bunu. Çoğu zaman hamakatlerinden, bazen cehaletlerinden, bazen de dalaletlerinden yaparlar. Allah hepimize hidayet versin. Ama en çok da Müslümanları “takva taassubu” yerine “mezhep taassubuyla” dolduranlara hidayet, akıl, fikir ve istikamet versin.

Bugünlerde yaşadığımız bu iki örnek hadiseyi verdim ki, gereği gerekmeden yapalım. Bu iki örnek üzerinde tedebbür edip, önceden tedbir alalım. İslam’ın düşmanları bizi bize karşı kullanmadan, biz Fatiha ile günde onlarca kez ikrar ettiğimiz “biz”e sahip çıkalım.

Birinci örnek, nümune-i imtisaldir. İkinci örnek ise, ibret-i alem. Birincisi örnektir, ikincisi ise ibret. Birincisi düşman çatlatıyor, ikincisi dost ağlatıyor. Düşünsenize, Eğer Filistinli Sünnilerle Güney Lübnanlı Şiiler, birbirlerine Pakistan’daki gibi davransalardı, düşmana gerek kalır mıydı? O zaman şunu sormak lazım: İsrail mi, tefrika mı daha büyük düşman? İsrail mi, yoksa tefrika mı daha kafir? İsrail mi, tefrika mı daha yıkıcı?

Biliyorum, her aklı başında insan bu soruma aynı cevabı verecektir: Tefrika. Zira Kur’an şairimiz, yüzyılın yüz aklarından Mehmet Akif’imizin dediği gibi:

Girmeden tefrika bir millete düşman giremez

Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez

Bu muhteşem beytin en son örneği şu anda Ortadoğu’da yaşanıyor. İsrail Filistin’e, Hitler’den beter bir Yahudi Nazizmi uyguluyor. Filistin’i ateşe veriyor. Çoluk çocuk katlediyor. Babaların kucaklarında taşınan çocukların kolları bacakları kopmuş, sallanıyor. Anneler ölü çocuklarını kucaklıyor. İsrail, kendi torunlarının yüzünü kızartacak işlere imza atıyor. Filistin’i Nazi toplama kampına çeviriyor. Elektrik trafolarını, su depolarını, ekmek fabrikalarını bombalıyor, ambulansları, hastaneleri bombalıyor.

Ve Hizbullah, hizbuşşeytana karşı, yangının tam ortasına düşmüş olan Filistinli kardeşini kurtarmak için, göz göre göre kendini ateşin ortasına atıyor. Sonuçlarını bile bile, beş İsrail askerini öldürüp ikisini de esir alıyor. Çünkü Siyonist devlet, askerinin öldürülmesinden daha çok, esir alınmasına çıldırıyor. Madem çıldırıyor, onun sinir sistemini dumura uğratmanın yolu daha fazla çıldırtmak diyen Hizbullah, İsrail mevzilerine katyuşalarını salıyor.

Katyuşaların menzili çok kısa idi. Fakat ilk defa Hizbullah, Taberiyye’yi ve Taberiyye Gölü’nü vuracağını ispat ederek Terör devletine uykusuz bir gece geçirtti. Aynı zamanda, Hayfa’yı vurmakla tehdit etti. İsrail, Lübnan’a bomba yağdırıp masum sivilleri acımasızca katle devam edince, Pazar günü Hizbulah sözünü yerine getirdi ve Hayfa’yı vurdu. İsrail’e ağır kayıplı bir ders verdi. Asıl korku şu: Hayfa’yı vuran, Siyonist rejimin başkenti Telaviv’i de vurur. Zira birine ulaşan bir füze, diğerine de ulaşır. İsrail çetin cevize çattı. Arap dünyasının dört bir yanından el-Cezire’ye konuşan Müslümanlar “en büyük hainler” dedikleri liderlerine haykırıyorlardı dün akşam: “Utanın! Sizin devletinizle, uçağınızla, tankınızla yapamadığınızı, bir avuç Hizbullah fedaisi en âlâsıyla yaptı! Utanın ve yıkılın!”

Ve bir söz de, ellerini açıp “Allah’ım! Filistin’e yardım et!” diye yalvaran Müslümanlara. Düşünün bir Müslüman Hanım ellerini kaldırmış “Rabbim! Filistin’in yardımına yetiş!” diyor. Fakat açtığı ellerinde bilezikler sallanıyor. Yani, yardım orada duruyor. Allah, sanki ona şöyle diyor: “Kulum, ben Filistin’e senin elinle yardım etmeyi diledim. O bileziği koluna verecek gücü bunun için verdim. Şimdi sıra sende!”

Dert yanmayın! Sızlanmayın! Yapacak hiçbir şeyiniz yok mu? Alın bir avuç şeker, çocuklara verin ve deyin ki “Yavrum, Filistin’i unutma!” Çocuklarınıza, bakkalınıza, berberinize, komşunuza, akrabanıza, eşinize, dostunuza, “Filistin’e dua et” deyin.

 

Yorum Yaz