Arafat’ta Ma’rifete doğru

Bugün Arafat günü. “Hacc Arafat’tır” diyor Hz. Peygamber. Yeryüzünün dört bir yanından Kutsal Topraklar’a akan milyonlarca insan Arafat’ta “vakfeye duracak”.

Arafat, marifet, irfan, ârif hep aynı köke ait kelimeler. “Tanışma mekanı” anlamına kullanılan Arafat’ta kişi, kendi kendisiyle, içkin ve aşkın gerçekle tanışıp “marifet”e erecek. Marifete ermek, “haddini bilmek” demektir. Haddini/sınırını bilmek; insanın hem yüceliğini, hem de kendi kendisine yetmezliğini bilmesidir.

Kendini bilmezlerin çirkinleştirdiği bir dünyayı, yalnızca kendini bilenler güzelleştirecektir. Kendini bilmeyenler, ya haddini aşarak tanrılık iddiasına kalkışırlar, ya da sahte tanrıların önünde yerlere kapanarak insanlık onurunu beş paralık ederler. Birinciler, onuruna sahip çıkmayan insanları “kul-köle” ederken, ikinciler sahte tanrılara “kul-köle” olurlar. Aslında, karşı kutuplardaki bu iki tavır da kendi sınırlarının bilincine erememenin sonucudur ve sonuçta ikisi de aynı kapıya çıkar: insanın ölümü…

Vakfe, zaten “duruş” demektir. “Vakfeye durmak”, duruş üzerinde durmak, duruş konusuna eğilmek’tir. “Vakfeye durmak” deyiminin hem içbükey/bireysel, hem de dışbükey/toplumsal bir boyutu vardır. Vakfe, herkesin kendi duruşunu kontrol etmesidir. Önce şahsi duruşunu: Kişi kendisine karşı nerede duruyor? Aklının yanında mı, içgüdülerinin yanında mı? Aşkının yanında mı, şehvetinin yanında mı? Onurun yanında mı, onursuzluğun yanında mı? Dahası, kendisinin yanında mı, kendisinin uzağında öz benliğine yabancılaşmış bir halde mi?

Bir de kişinin toplumsal duruşu var: Kendi dışındakilere karşı duruşu nasıldır; insanî mi, gayrı insanî mi? Çevresine, ailesine, toplumuna ve tüm insanlığa karşı duruşu nasıldır? Sosyal ve siyasal olaylarda nerde konuşlanmıştır? Kimlerin yanında duruyor? Kimlerin yanını kendisine yakıştırıyor? Kimlere karşı duruyor? Zalimin yanında mı, mazlumun yanında mı? Ezenin yanında mı, ezilenin yanında mı? Nemrud’un ateşine odun mu taşıyor, İbrahim’e su mu?

İşte, kişinin bütün bunları sorgulayacağı Arafat günü bugün. Arafat’a kendi duruşunu sorgulamak için çıkan milyonlarca inanmış kadın ve erkeğin arasında olamamanın burukluğunu, kendi bulunduğumuz mekanları “marifet diyarı” haline getirip, kendi duruşumuzu sorgulayarak bir nebze olsun giderebiliriz diye düşünüyorum.

Kurbanların bayramını kutlamak

Bu bayramın en anlamlı çağrısını Şanar Yurdatapan ve onunla birlikte olan “Düşünceye Özgürlük Platformu” üyeleri yaptı. Bu çağrı, ait olduğu siyasal, etnik ve sosyal kimliğine bakılmaksızın, şu anda düşündükleri ve düşüncelerini dile getirdikleri için düşüncenin düşmanları tarafından cezaevine tıkılan “düşünce kurbanları”nı Kurban Bayramında yalnız bırakmama çağrısı.

Ömrünün bir bölümünü düşünce mağduru olarak cezaevinde geçirmiş biri olarak ben, bu girişimi alkışlıyor ve insanlık şeref ve onuruna sahip çıkan herkesin de alkışlaması ve desteklemesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun iki nedeni var: 1. Düşünceye yönelik her tür baskıya, bir yangına, bir afete karşı koyar gibi karşı koymak, düşünme nimetinin şükrünü ödemenin olmazsa olmazıdır. 2. Düşünen insanı mahkum etmek, aslında toplumun ortak aklını mahkum etmektir ve onları mahkum edenler, gerçekte hepimizin insanlığını mahkum etmiş olmaktadırlar.

Siz hiç, sırf düşündüğünüzü dile getirdiğiniz için dört duvar arasında bayram geçirdiniz mi? Düşündüğü için dört duvar arasında bayram geçirme zorunda olanların sayısının bu denli kalabalık olduğunu doğrusu tahmin etmezdim. Nasıl bir ülkede yaşadığını fark etmek isteyen, içerisinde Nureddin Şirin gibi yazarların, Niyazi Kaya gibi şairlerin, Şükrü Ayçiçek gibi tiyatrocuların yer aldığı üç sayfalık çarşaf gibi listeyi mutlaka görmeli. Bu isimler arasına bugünlerde Recep Tayyip Erdoğan da girecek. Bu listeyi 0216 3101173 no’lu telefondan ya da 0216 4920504 no’lu faks’tan elde edebilirsiniz. Ya ziyaret ederek, ya da tebrik yollayarak, bu bayramı düşünce kurbanlarının bayramı yapmaya ne dersiniz?

Başta tüm düşünce kurbanları olmak üzere, tüm okuyucularımın bayramlarını tebrik ederim.

(  26 Mart 1999 )

 

Yorum Yaz