Avrupa Birliği ve Müslümanlar (II)

Geçen yazımız şöyle bitiyordu: “Bu şakanın nasıl biteceği, üç tarz-ı siyasetin hangilerinin kaybedeceğine bağlıdır.”

“Üç tarz-ı siyaset”… Yusuf Akçuraoğlu’nun Osmanlı’daki hakim siyasi cereyanlar için kullandığı bu başlığı ödünç alarak Avrupa Birliği sürecine ilişkin üç siyaset biçimini sıralayalım: 1. Yeşil ışıkçılar, 2. kırmızı ışıkçılar, 3. sarı ışıkçılar.

Yeşil ışıkçılar: Hepsinin meramı bir maksadı muhtelif olan geniş bir yelpazeyi oluşturmaktadır. Sloganları “Avrupa’ya kapağı atalım kurtulalım” olan bu grubun ana eksenini Türkiye’de fetret dönemi boyunca yönetimi tekelinde tutmuş olan güç odakları ve onlarla bütünleşmiş imtiyazlı kesimler oluşturuyor.

Bunlara eklemlenen Müslümanlardan bazı kesimlerin de içinde yer aldığı sistem muhalifleri ise, pratik gerekçelere sahip: Hak ve özgürlüklerin önünün açılıp, imtiyazlı sınıfların tahakkümünden kurtulmak.

Ben bu tavrı muhterem bulmasam da anlaşılır buluyorum. Kınamıyorum, fakat beklentilerinin karşılanmayacağını da biliyorum. Birinci yazıda çizdiğim Avrupa-Müslüman ilişkilerinin tarihine ilişkin kısa özet neden böyle düşündüğümün ipuçlarını veriyor. Kaldı ki hak ve özgürlükler “verilen” bir şey olduklarında, her an “geri alınma” riskini de içinde taşırlar. Bir hak ve özgürlüğü birilerinin himmetiyle değil kendi yüreğinizin, zihninizin, bileğinizin gücüyle kazanırsanız onu “hak” eder, ancak o zaman özgür olursunuz.

Kırmızı ışıkçılar: Bunların başında militan Kemalistlerin ve Türkçü takımının gelmesi beni hiç de şaşırtmıyor. Korumacı ve statükocu bir yaklaşımla AB’ne hayır diyen bu koronun tavrı, bu ülkeyi başına vura vura Batılılaştırma konusunda bugüne kadar üstlendiği rolle taban tabana çelişiyordu. Aslında dün “Batılılaşalım” derken de bugün “AB’ne hayır!” derken de onları harekete geçiren güdü, yıkılanın yerine bir şey yapılmış olduğunu sanmaları. Yani, şakanın nesnesi oldukları için şakayı fark edememeleri. Bu Türkçü kesimin zavallılığıdır.

Özellikle Kemalist kesim için daha altta yatan kaygı statükonun devamı ve millet korkusudur. Onların tek kaygısı var; bu ülkedeki imtiyazlarını kaybetmek.

Müslümanlar içerisinden kırmızı ışık vagonuna palas pandıras atlayanlar, maalesef vagona geç kalmışlardır. Her ne kadar bu saatten sonra birilerinin gazına gelerek “Kuvva”cılık ruhuna intisap etmeye kalksalar da, bu markanın patentini daha önce almış olanlar, onları kendi aralarına alma hususunda gönülsüzdürler. Onlara, haşarı kenar mahalle çocukları muamelesi yapıp, vagonun ardına asılmalarını îmâ eder gibidirler.

Kırmızı ışıkçı Müslümanların akidevi, kültürel ve siyasal kaygılar taşıdıkları belli. Bu üç kaygıyı açımlarsak Müslümanlığa, ahlaka ve bağımsızlığa ilişkin olduklarını görürüz. Birincisi için “Doğular da batılar da Allah’ındır. Dolayısıyla kimse İslam için endişelenmesin, kendisi için endişelensin. İslam’ın sahibi İslam’ı düşmanlarının da dostlarının da şerrinden korumayı bilir” derim. İkincisi için, “onlarda olup da biz de olmayan ahlaksızlığa bir tek örnek veriniz” derim. Üçüncüsü için “olmayan bağımsızlığın kaybından korkulmaz” derim. İnanmayan, “Bizim Bağdat”ı bombalayacak elin uçağının nereden havalanacağına kulak kesilsin.

Sarı ışıkçılar: Bunlar tevakkuf edenler, yani beklemede kalanlar. Bunlardan kimileri ışığın güç kaynağının şalterini elinde bulunduranı yan gözle kolladığı için beklemededir. Onlar dördüncü bir ihtimalin varlığını gözeten uyanıklar da olabilir: Işık panosunun tümden karartılması. Bu durumda “düdük çalar” ve oyun sil baştan yeniden kurgulanır. Bu kesime bir de “kararsızlar”ı eklemek gerek. “Gelen ağam giden paşam”cı bu tipler için hava hoştur.

Soru şu: Peki Müslümanların tavrı ne olmalıdır?

Müslümanlar ışığın rengine değil, ışığı kontrol edenlerin kimliğine ve niyetlerine bakacak bir basirete sahip olmalıdırlar. Yeşil, kırmızı ya da sarı ışıklardan hangisinin hangi sırayla ve ne süreyle yanıp söneceğine karar verenler ışığı bekleyenler değil, kumanda panelinin başında oturanlardır.

Dolayısıyla AB konusunda “ışığın rengi” tali bir unsurdur. Temel unsur kontrol panelini ele geçirenlerin niçin o ışığı yaktıkları ya da yakmadıkları, hatta onu oraya neden, ne zaman ve nasıl koydukları, neden ona “belirleyici” imiş havasını verdikleridir.

Kuklaya bakanın aklına şaşarım. Herkes ışığa bakarken, hakikati yalnızca ışıkçıya bakanlar görür.

Işığın yeşil, kırmızı ya da sarı yanması Müslümanların asli meselesi değildir ve olmamalıdır. Müslümanlar, Avrupa Birliği projesinin tarafı değildirler. Onların fikrini soran da olmamıştır. Taraf ya da karşıt olmaları gerekmediği gibi, bu bir şeyi de değiştirmez.

Ancak AB, Müslümanları, beşte ikisi İslam toprağı olduğu için ilgilendirir. İmam Şafii’ye göre bir kez İslam toprağı olmuş bir belde, ebediyen bu mahiyetini sürdürür.

Müslümanların kendilerine özgü tek projeleri “İslam birliği”dir. Bunun bir ütopya, bir ham hayal olduğunu söyleyenler, Avrupa’ya baksınlar. Eğer 60 milyon cana mal olan iki dünya savaşına rağmen AB hayali gerçekleşmişse, aralarında böylesi husumetlerin hiç yaşanmadığı Müslümanların birliği neden gerçekleşmesin? Avrupa 800 yıl bekledi, Müslümanlar neden beklemesin?

NOT: ABD Kudüs konusunda aldığı son kararla, bir buçuk milyarlık İslam dünyasına savaş ilan etmiştir. Allah’ın, meleklerinin ve lanet edebilen tüm varlıkların laneti Kudüs’ün işgaline evet diyenlerin üzerine olsun!

 

Yorum Yaz