Aydın İhaneti

Malum medyanın köşe yazarlarından biri, Tayyip Erdoğan liderliğindeki yeni hareketi eleştirirken, sözü Anadolu insanına getirerek, içinde sakladığı kin ve nefreti kusuyordu.

Bu yazar, “taşralı” adını verdiği insanların bu ülkeyi yönetemeyeceğini iddia ediyor, hatta hızını alamayarak “Bunlar tarafından yönetilmek istemiyorum” diyordu. Bir yandan bu ülkenin gerçek sahiplerine hakaret ederken, bir yandan da mensubu olduğu oligarşiye “Ülkeyi bunlara tekrar kaptırmayın” mesajları veriyordu.

Bunlar “tersine devşirme”.

Batı tarafından devşirilip öz değerlerine ve kendi halkına düşman olarak yetiştirilen aydın sınıfı, II. Mahmud’dan beri bu ülkenin baş belasıdır.

İnançsızdır, hatta inanca düşmandır. Küfrü, onun alamet-i fârikasıdır. Pozitivizminin kör alıcısıdır. Pozitivist ve rasyonalist felsefeyi, mutlak inkar biçiminde algılamış, inkara iman etmiş, bir daha da dönüp sorgulamamıştır.

Taklitçidir. Başka da çaresi yoktur. Ne Doğuyu bilir ne kör alıcısı olduğu Batıyı. Tüm hayatını modern mitler ve çağdaş hurafeler yönlendirir. Üç-beş kavramdan oluşan düşünce dünyası ufuksuzdur. İlerleme, çağdaşlık, modernlik vs… Bunlar onun totemleridir. Akılcı geçinir fakat gerçekte bir Pigme kadar hurafecidir.

Putperesttir. Kendince putları vardır; ya kendini putlaştırır ya da bir başkasını. Putsuz, totemsiz, fetişsiz, idolsüz yaşayamaz. Kendi putuna herkesi secde etmeye zorlar. Putuna tapmayanı “öteki” ilan eder ve yok etmeye çalışır. Eski putları kullanışsız hale gelince kendisine yeni putlar edinir. Acıkınca ilk yediği put da en çok tazim ettiği put olur.

Tepeden inmecidir. Bu yüzden halkına düşmandır. Kendisinde halkını terbiye etme yetkisi görür. Halk onun gözünde terbiye edilmeyi bekleyen “yılkı atı”, kendisi ise bu atı terbiye etmek için yaratılmış bir “seyis”tir. Onun bu yanını “halka rağmen halk için” sloganı güzel açıklar.

Haindir. İçinden çıktığı halka, onun değerlerine sürekli ihanet etmekte bir beis görmez. Çünkü yerleşik değeri yoktur. Meşruiyet sorunu vardır. Kökü yoktur. Bu topraklara aidiyet duygusu ve bağı yoktur. Kullandığı yetkiyi halkından almamaktadır, alamaz da. Dolayısıyla, kendisini devşiren dış güçlerin hesabına çalışmaktan başka çaresi de yoktur. İşte bunun için, ihanet onun karakteridir.

Zalimdir. Eline güç ve iktidar geçince halkı ezer. Çünkü onun için bu halk dövülerek terbiye edilmesi gereken haylaz bir çocuktur. O kendisini halkın doğal magandası olarak görür. Halk onun kapatması, o da halkın “maço” erkeğidir. İsmet İnönü, Anadolu’nun kahraman evladının ölüp kendilerinin kurtulduğu savaştan dönerken yanına kafadarı subayları toplayarak onlara düşmanlarını saymıştı. Orada sarf ettiği bir cümle vardı ki, bu ülkenin en büyük belası olan Aydın ihanetinin tarihi vesikası hükmünde:

“Dikkat edin, bu halk sizin düşmanınızdır!”

Bu tersine devşirme aydın sınıfının ağababalarından Abdullah Cevdet, Avrupa’dan damızlık erkek getirip bu ülkenin ırkını ıslah etme hayalleri kurmuştu.

Malum medyanın bu halkın içerisinden çıkan insanları “taşralı” diye damgalayan hormonlu yazarı, dağa adam kaldıran Resneli Niyazi’lerin, muhalif öldüren Yakub Cemil’lerin, köprü üstünde Hasan Tahsin’i kurşun yağmuruna tutan İttihat ve Terakki fedailerinin, meclisi basıp darbe yapan Enver’lerin fikir torunudur.

Bunlar mı şehirli?

Yani şimdi İsmet İnönü şehirli, kendi kafadarlarının darağacına çektiği dünyanın beyefendisi Adnan Menderes köylü ha? Menderes’e işkence eden, ona tuvaletini yapma hakkını dahi çok gören işkenceciler de, eminim ki bu kartel yazarıyla aynı “kast”a mensuplardı.

Bunların tek mantığı vardır: Seni sevmeyen ölsün…

Sizi sevmeyenin bu ülkede tek hakkı vardır: Size gönüllü köle ve ırgat olmak. Eğer efendi olursa, boynuna yağlı ipi geçirirsiniz değil mi? Menderes’te olduğu gibi.

Konuşun, konuşun…

Konuştukça açılıyorsunuz. Şecaat arz ederken ne olduğunuz daha bir iyi görünüyor. Bu ülkenin tepesine çöreklenme hakkını, bu milletin kanını emme hakkını ananızın ak sütü gibi helal görüyorsunuz.

Yönetmek sizin oligarşinize düşer değil mi? Anadolu evladının nesine gerek… Onun özgürlüğü sizin kokunuzu bastıracak yorgan imal etme özgürlüğüdür. Onun özgürlüğü, sizi tepesinde taşıma özgürlüğüdür. Onun özgürlüğü, gelene ağam gideme paşam deme özgürlüğüdür. O en fazla sizin sofranızın artıklarına el uzatabilir. Ama zinhar sizin sofranıza oturamaz. Hele sizi aşıp da başköşeye hiç kurulamaz.

O zaman dünyalarını başlarına yıkarsınız değil mi?

O zaman oyunun kurallarını değiştirirsiniz değil mi?

Hakem kılığında sahaya çıkardığınız görevlilerinize talimat verip rakip kaleye gol attırırsınız değil mi?

Bu da sökmezse, düdüğü çalarak maçı iptal eder ve “Oyun bitti, herkes yerine… marş marş!” komutunu verdirirsiniz değil mi?

Onlar Cumhuriyetçilik, Demokrasicilik, devletçilik, milletçilik, bilmem necilik oyunlarınızın düzmece olduğunu fark eder de “Ne yani, bütün bunlar bir oyun muydu şimdi?” diye itiraz edecek olursa, yavuz hırsız ev sahibi bastırır misali bir yandan sopa gösterir, bir yandan da “Bak işte! Gördün mü, “demokrasi araçtır” dedi?” diye zifos atarsınız değil mi?

Bu millete bunca yıldır altınızı temizlettiniz ya.

Helal olsun size!

Yorum Yaz