Başlara, başkanlara…

Seçim kazanmak, “başarılı olmak” anlamına gelmiyor. Bu nedenle cümledeki “kazanmak” sözcüğünü izafi sayabilirsiniz.

Özelikle mahalli seçimlerde seçimi kazanmak, sorumluluk sırtlanmaktır. Sırtlanılan yük “insan yükü”dür ve insan yükü Kur’an’ın ifadesiyle “ağır ve değerli” bir yüktür. Ağırlığıyla sırtlananın belini büker, değerliliğiyle sorumluluğunu katlar.

Seçimi alan biri bundan dolayı aşırı seviniyorsa, o ya sorumluluğunu müdrik biri değildir, ya da siyaseti kişisel çıkar ve egosuna merdiven olarak kullanmayı daha baştan aklına koymuştur.

Siyaset üç şey için yapılır:

1) Misyon için

2) Vizyon için

3) Komisyon için

Misyon için siyaset yapanlar, kendileri için değil temsil ettikleri misyon için destek isterler. Misyonsuz siyasette bir gün bile kalmazlar. Siyasete, bireysel ihtiras ve çıkarların ötesinde bir anlam yüklerler. Siyasete ruh, renk, tat ve koku katan, yani ona “kişilik” kazandıran da budur.

“Her misyon sahibi sorumlu siyasetçidir” demek ne mümkün. Fakat hemen her sorumlu siyasetçi, misyonu olanlar arasından çıkar. Bu sorumluluk bazen öylesine ağır hissedilir ki, sahibi için bir milat bile olabilir. Görgü tanığı Münzir b. Ubeyd anlatıyor: “Ömer b. Abdülaziz Cuma namazından sonra hilafet makamına oturdu. Bir insanın iki vakit arasında bu kadar iki büklüm olacağına asla ihtimal vermezdim. Onu aynı günün ikindi vakti neredeyse tanıyamayacaktım.” (İbn Sa’d, Tabakat).

Vizyon için yapanların derdi “görünmek”tir. Ünlü meşrubat sloganında küçük bir değişiklik yaparak söylersek, onlar için “imaj her şey”dir. Onların makamlarına yükleyecekleri artı bir değer yoktur. Aksine bu gibiler tüm değerlerini makamlarından alırlar. Koltuğu kendisinden pahalı tipler böyle ortaya çıkar. Bu yüzden siyaset pazarında böylelerinin “değeri” olmaz, “fiyakası” ve “fiyatı” olur.

Komisyon için yapanlar hepinizin malumu. Onlar siyasete “tombala oyunu”, seçime “tombala”, sandığa “tombala torbası” olarak bakarlar. Siyaset gerekçeleri düz ve basit bir mantığa dayanır: “Bul karayı, al parayı”. Bunu, zat-ı devletlerinin orada bulunuşuna karşılık hak edilmiş bir “komisyon” olarak görürler. Kendileri o makama tenezzül buyurmuşlar, buna karşılık da bal kavrayan pençelerini yalamak gibi masum bir fiili icra etmişlerdir.

Allah Rasulü’nün şimdi nakledeceğim hadisi, 2. ve 3. sınıfa giren siyasetçileri ilgilendirmemektedir. Onların keyiflerine keder gelmesin. Siyaseti vizyon ve komisyon için yapanların öğüt almak için çevreye kulak kabarttıklarını da sanmıyorum zaten.

İşbu hadis-i şerif, siyaseti misyon için yapanlara hitap etmektedir. Bu işin sorumluluğunu ta yüreğinde hissedenlere, başarının sırrını söylemektedir.

Ebu Sa”id el-Hudri ve Ebu Hüreyre Hz. Peygamber’den naklediyorlar:

“Her yöneticinin etrafında onunla sorumluluğu paylaşan iki tür yakın çevre (bitâne) vardır: Birinci tür yakın çevre ona hep iyiliği önerir ve onu daima yanlış kararlarından dolayı uyarırlar. İkinci tür çevre ise onun yanlış ve isabetsiz kararlarına sessiz kalarak (onun başarısızlığına ve) fesada yol açarlar.” (Nesai ve Buhari)

Bu öğüdü tamamlayan bir hadisi de Hz. Aişe naklediyor:

“Bir yöneticinin hayra yönelişini destekleyen Allah, ona doğru dürüst yardımcılar nasip eder. Bu sayede eğer o (sorumluluğunu) unutursa onlar hatırlatırlar. Ama sorumluluğunun bilincindeyse, ona var güçleriyle yardımcı olurlar. Öte yandan bir yönetici şerre yönelirse, Allah da onun bu yönelişine izin verir ve onu yanlış yardımcılarla baş başa bırakır. Eğer o (sorumluluğunu) unutursa o yardımcılar ona hatırlatmazlar. Yok eğer sorumluluğunun bilincindeyse, onu ifa etmek için asla yardımcı olmazlar.” (Ebu Davud ve Nesai)

Her başarılı ve adil yönetici, başarısını doğru dürüst bir yakın çevreye borçludur. Buna tarih tanıktır. Allah Rasulü’nün her yöneticinin kulaklarına küpe olması lazım gelen bu öğütleri, gerçek başarının sırrı olarak görülmelidir. Bu sırrı kulak ardı edenlerin en iyisi dahi ipek böceğinin yaptığından ötesini yapamaz. İpek böceği, kendisine mezar olacak kozayı kendi eliyle çevresine örer. Kozanın ipekten mamul olması, onun kendi eliyle kendini yok etme sürecine engel olamayacaktır.

“Hayırlı olsun!” diyorum. Ama hayırlı olmanın, “hayırda direnmekten” geçtiğini de biliyorum.

 

Yorum Yaz