Başörtüsüne özgürlük

Başörtüsü yasağı hala kanayan bir yara. Bu yasağı uygulayanlar ”bırakın da kan kaybından ölsünler” diye düşünüyorlarsa, aldanırlar.

Onların ısrarlar kanattığı bu yara mağdurları yok etmeyecek. Onlar kaybettikleri kanı imanlarının verdiği cehd ve gayretle, sabır ve sebatla telafi etmeyi öğrendiler. Aksine güçlendirecek onları, daha dirençli kılacak.

Vazgeçenler olabilir. Dermanı yetmeyenler, sabrı tükenenler olabilir. Dayanamayanlar, mazereti olanlar olabilir. Dahası bir biçimde ruhsatla amel edenler, tercihlerini takva değil fetva yönünde kullananlar olabilir. Bu anlaşılır bir durumdur.

Fakat bir de her şeye rağmen direnenler var. ”Ricalu’n-Nisa” derlerdi eskiler, yani ”kadınların yiğitleri”. Sayıları hiç de az değil. Onlar Kur’an’ın müjdelediği ”yarışta en önde gidenlerden” (es-sabikun) olmayı tercih etmiş gibiler. Bunun uzun bir koşu olduğunun bilincindeler.

Hala koşuyorlar.

Birileri onların bu yarıştan, dilleri bir karış dışarıda çekilmesini bekliyorlar. Ama onların sabrı ve sebatı, düşmanlarının beklentilerini boşa çıkaracak gibi.

Bu cumartesi işte onların arasındaydım. Kadırga Kültür Merkezinde bir avuç gönüllü başörtüsü mağdurunun organize ettiği ”Başörtüsüne özgürlük” sempozyumunda beni de aralarında görmek istemişlerdi. Kıramazdım. Gittim, konuştum, gözlerinde hala ilk günkü canlılığı gördüm ve sevindim.

Başörtüsü İslamın tesettürün tekmilesi, mütemmim cüzüdür. Aynı zamanda hem fiziken, hem de manen zirvesidir. Allah’ın emrine ”Başımın üstünde yeri var!” diyerek pazarlıksız teslim olanlar, elbette zor günde O’nun emrine imtisal etmenin ecrini kat kat alacaklar.

Başörtüsü daha başta da simgeydi. Medine’deki Yahudi Beni Kaynuka kabilesi Müslümanların günden güne güçlenmesini hazmedemeyince bu hazımsızlığını bir Müslüman kadının örtüsüne saldırarak sergilediler. Sonunda başlarına iş aldılar ve bu onların Medine’deki varlıklarının sonu oldu.

Oysaki bu terbiyesizliği yapan Medineli Yahudilerin kadınlarının da başı örtülüydü. Örtülüydü ama onların başörtüsüne yüklediği anlam ile Müslümanların yüklediği anlam farklıydı. Onların ilahiyatında başörtüsü kocanın kadın üzerindeki tahakkümünü ifade ediyordu. Fakat İslam’da başörtüsü Müslüman kadının onur ve kişiliğinin simgesiydi. Onlar Müslüman kadının örtüsüne saldırırken ”simgeye” saldırmışlardı.

İslam’ın yoğurduğu yüzyıllar içinde örtü bu simgesel değerini yitirerek küresel bir standart haline geldi. Doğuda da Batıda da, Güneyde de Kuzeyde de bu böyle devam etti. Ta ki modern zamanlara gelinceye kadar…

Modern zamanlar insanı metalaştıran bir felsefe üzerine bina edildi. Metalaştırmadan en büyük zararı gören de kadın cinsi oldu. Özellikle kadın bedeni ve cinselliği ”kamuya” açıldı. Oysaki cinsellik özel ve mahrem bir alandı. Batı modernizmi bu alanı kolektif alan haline getirdi. İki cins arasındaki ilişkide kişilik değil dişilik öne çıktı. Kadının cinsiyetini şahsiyetinin önüne geçirdiler. Ve kadın öldü… Ve insan öldü…

Tesettür aslında cinselliğin sömürü aracı olmaktan çıkarılmasını temsil eden bir tedbirdi. Kadın tesettürüyle çevresine kişiliği ve öncelikleri hakkında mesaj veriyordu. Ve tesettür kadına bir tür ”otonom” alan bahşediyordu. ”Mahremiyet” tesettürün de katkıda bulunduğu bu otonom ve özgür alanın adıydı. Bu kadın cinselliğine yönelecek her tür saldırıya karşı konulmuş bir zırh işlevi görüyordu. Bundan en çok yararlanan kadının kendisiydi.

Çıplaklık da bir mesajdı. Neyin mesajı olduğu açık… Bu mesajı veren kadınlar ve alan erkekler, başörtüsünün verdiği mesajdan olağanüstü rahatsızlık duydular. Yasağın sebebi bu…

Hükümet de bu haksızlığı mutlaka gidermeli. Unutmamalı: Mazlumun ahı, devirir Şahı.

Yorum Yaz