“Batıcı aydın” tabandan gelmemiş, tavandan inmiştir

Batıcı aydınların ihaneti, anlaşılabilir bir şey. Çünkü bu ülkede “Batıcı aydın” tabandan gelmemiş, tavandan inmiştir.

 

Hormonludur, seçkincidir, militer ruhludur, otoriter ve buyurgandır. Bu tür, Osmanlı döneminde, devlete ölümüne muhalif olduğu zamanlarda dahi devletten besleniyordu. Şinasi Meclis-i Maarif üyesiydi, Namık Kemal Osmanlı aristokrasisine mensuptu ve valiydi, Mithat Paşa askerdi, Tevfik Fikret, vali bir babanın çocuğuydu ve Babıali kitabetinden başlayıp her kademede bürokratlık yaptı.

Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’den beri, batıcı aydınların en bariz vasfı “yabancılaşma”dır. Tanzimat ve Meşrutiyet aydınlarının “muhalif”, Cumhuriyet aydınlarınınsa “muvafık” ve “muzahir” olmaları, onların söz konusu yabancılaşmalarının doğal bir sonucuydu.

Halkta bir tabanları yoktu. Kendi değerlerine karşı tavır almışlardı. Kendilerini Eflatun’un devletindeki “filozoflar” gibi, halk “sürüsünün” doğal “çobanı” olarak görüyorlardı. Bilindiği gibi, Eflatun’da “mutluluğun kazanılmasını”, “benliğin tanınmasına” bağlamıştı. Ona göre benlik şu üç yetinin ayrımına varmakla tanınırdı: 1. Şehvet yetisi, 2. Gazap yetisi, 3. Konuşma/akıl yetisi.

Bütün bu yetilerin bir de erdemi vardı: Şehvet yetisinin erdemi “iffet”, gazap yetisinin erdemi “cesaret”, konuşma/akıl yetisinin erdemi ise “felsefe” idi. Eflatun, kökleri Eski Mısır’a dayanan bu “marifet” teorisini aynen siyasete aktarmış, toplumsal mutluluğun kazanılmasının yöntemlerinin de, bireysel mutluluğun kazanılma yöntemiyle aynı olduğunu söylemişti. Buna göre “varlık”la “Polis” (site/devlet) tabiatları itibarıyla aynıydı. Bireydeki şehvet yetisinin toplumsal karşılığını, kas gücüyle üreten sınıf olan “köleler” oluşturuyordu. Gazap yetisinin toplumsal karşılığını “asker ve polis”, tüm güvenlik güçleri oluşturuyordu. Konuşma/akıl yetisinin toplumsal karşılığını ise “filozoflar” oluşturuyordu.

Eflatun’un “Cumhuriyet”indeki bu karşılıkları, bizdeki “Cumhuriyet”e aktaracak olursak, ortaya şöyle bir tablo çıkması muhtemel:

Şehvet yetisinin karşılığı çoğunluğu İslami değerlere bağlı Müslüman halk… Adı, Atena Polisi’nde olduğu gibi “köle” değil belki; fakat işçi, köylü, memur, ne olursa olsun “halk”, batıcı aydının zihninde eski Atena’nın kölelerine tekabül ediyor. Bu ülkede, sistemden beslenen aydınların tümüne mekteplik etmiş bir gazetenin tek parti döneminde attığı bir manşet, bunu güzel ispatlıyor: “Halk sahillere indi, vatandaş denize giremiyor.”

Gazap yetisinin karşılığını, bizde de tıpkı Atena Sitesi’nde olduğu gibi asker-polis güvenlik güçleri oluıturuyor. Fakat askeri bürokrasinin yanına bir ilave daha yapmak gerekiyor bizde: Sivil bürokrasi…

Evet, bizdeki sivil bürokrasi de, Atena Polis’inde “gazap yetisine” karşılık gelen askeri bürokrasinin görevini paylaşarak Cumhuriyet’in “gazabını ve kahredici gücünü” temsil ediyor.

Konuşma/akıl yetisinin Eflatun’un Cumhuriyet’indeki karşılığı, üstün ve ayrıcalıklı bir rol yüklenen filozoflar. Bunun bizdeki Cumhuriyet’te karşılığı ise medya, sanat, siyaset ve ekonomi alanlarını aralarında pay etmiş bulunan batıcı aydın elitler oluşturuyor.

Eflatun, tıpkı bireyde olduğu gibi Site’de de mutluluğun “adaletle” sağlanacağını söylüyor. İyi ya, diyeceksiniz; ama arkasından bir şey daha söylüyor; sistemin zaafa uğramaması için bu üç sosyal sınıfın da kendi yerine razı olup orda kalmalarının şart olduğunu. Bu durumda, Eflatun’un, mutluluğun “conditiosine qua non”u olarak kabul ettiği “adalet”in de olmazsa olmazı, kölenin köle olarak, askerin asker olarak, efendinin efendi olarak kalması.

Batıcı aydın, işte içinde yaşadığı toplumda kendisine “çoban” rolünü, halka da “sürü” rolünü layık görüyordu. Batıcı aydın, şuuraltında köle olarak algıladığı “halk”ın efendiliğe soyunmasını “sisteme tehdit” olarak algılaması, onun şuuraltını ele veren bir “suçüstü” haliydi. Temizlikçi, köylü, dağda odun toplayan kadının başındaki örtüyü “tehdit” olarak algılamazken üniversitedeki, devlet dairesindeki ve meclisteki kadının örtüsünü “tehdit” olarak algılaması ve paranoyak bir histeri nöbetine tutulmasının nedeni de buydu. Ellerindeki iletişim araçlarını “korku” üretimi için seferber etmelerinin sebebi buydu.

Evet, bir “tehdit” var; fakat bu tehdit devlete ya da Cumhuriyet’e değil, kendisini “devlet” yerine koyup sistemden beslenen hormonlu aydınların “korku cumhuriyeti”ne yönelik.

( 12 Mayıs 1999 )

Yorum Yaz