Batılıların kılavuzu kim?

AİHM’nin son kararının paçalarından çifte standart akıyor.

Avrupa’nın hiçbir üniversitesinde tesettür yasak değil. Hatta bu tartışılmamış bile. Fransa’daki yasak sadece ilk ve orta öğretimle, o da sadece devletin resmi okullarıyla sınırlı. Üniversitede böyle bir yasağın uygulanması bizzat Batı’nın “üniversite” kuramına ve tasavvuruna aykırı.

Üstelik Leyla Şahin Türkiye’de bitiremediği okulunu, AİHM’nin ilk harfini temsil eden Avrupa’nın bir ülkesinde, Avusturya’da bitirmiş. Tabiî ki tesettürüyle. Peki hal böyleyken AİHM’nin kararını nasıl yorumlayacağız? Hani o “Hocanın dediğini tut…” diye başlayan deyişi tersine çevirip “Batılıların yaptığını yap, dediğini tutma” mı diyeceğiz?

Bütün bunlardan çıkan sonuç açık: Çifte standart ve ikiyüzlülük. Mahkeme bu karara varırken, Türkiye’nin “kendine özgü şartlarını” esas almış görünüyor. Kararda TC Anayasa Mahkemesi’nin yasak gerekçesine sığınılmasının anlamı açık: “Biz kendi hukuk normlarımıza göre değil, sizin ölçütlerinize göre bu karara vardık”.

Bu ne demek?

Bu, başta Fransa olmak üzere bazı Avrupa üniversitelerinde doktora diplomalarının altına düşülen “Doğu için yeterli” notunu andırıyor.

Bu bir züldür. Eğer bizdeki laik paganistleri AİHM’nin kendi kendisiyle çelişen bu kararı sevindirik edecekse, bu tam bir mazoşizm örneği olur. Avrupalı hakimler birilerinin tepesine abdest bozuyor. Bunu rahmet sayıp “Ya Rabbi şükür!” diyeceklerin gözü şimdiden aydın olsun.

O soru hâlâ havada: Bu yaman çelişkiyi nasıl açıklayacağız?

Kendi üniversitelerinde meşru görmediği bir yasağı iş Türkiye’ye gelince savunma ve onaylama ikiyüzlülüğünü gösteren AİHM yargıçlarını birileri dalalete sürükledi desek, kim onlar? Bu saptırıcılar yerli mi, yabancı mı? Yerliyseler, bu nasıl bir tür? Bu tür bu ülkede hangi üretim süreçlerinden geçerek yetişti? Onları yetiştiren süreçleri kimler hazırladı? Bu ihanet sürecini tersine çevirmenin bir yolu yok mu? Varsa ne?

Yok eğer AİHM yargıçlarını birileri dalalete sürüklemedi de onlar bu kararı kendi hukuk normlarını göz göre göre çiğneme pahasına aldılarsa, bunun temelinde ne yatıyor?

Sözün burasında durmak lazım. Batılı değerlerin evrenselliğinden söz edenlere “Bu nasıl evrensellik?” diye sormak lazım. İşine geldiği zaman ‘insan haklarını’ emperyalist bir tarzla ve silah zoruyla dayatan Batı, işine gelmediğinde tesettür gibi dini bir vecibeye getirilen yasağı savunan mahkeme kararı çıkarabilmektedir.

Hadi bunu Batı’nın İslam korkusuyla açıkladık, ya AİHM’nin daha yeni açıklanan kararının 3 ay 20 gün öncesinden yasağı savunan Hürriyet’e sızdırılmasına ne demeli? Bu zamanlama, yalnızca ikiyüzlülüğü değil, konjonktür hesaplamalarını da ele veriyor. İnce ayar ayak oyunları yani.

Hep söyledik ve bundan böyle de ısrarla söyleyeceğiz: Batı, objesi İslam olduğunda şimdiye kadar objektif olmayı bir türlü başaramamıştır. Bu onun toplumsal bilinçaltındaki İslam korkusundan kaynaklanmaktadır. Bu korku yanlış bilgiye dayalı bir korkudur ve telafisi mümkündür. Bu da Müslümanlara, kendileri hakkında muhataplarını bizzat bilgilendirme vecibesini yüklemektedir.

İşin bir de öteki veçhesi var: Batılılar, Türkiye’deki İslam ve Müslümanlar hakkında Türk laiklerinden aldıkları bilgiye asla güvenmemeyi öğrenmelidirler. Bunu beceremedikleri sürece hep aldatılacak ve tuzağa düşürüleceklerdir. Sonunda rezil olan, çifte standartlı ve ikiyüzlü konuma düşen kendileri olacaktır.

Türkiye’deki İslam ve Müslümanlar hakkında Türk laiklerinden bilgi almak, birini hasmından öğrenmeye kalkışmak kadar korkunç bir hatadır. Batılılar kendilerine ait kavramların bu ülkedeki kötü taklitçileri ve istismarcıları tarafından nasıl tahrif edildiğini, nasıl tanınmaz hale getirildiğini, nasıl mütegallibe sınıfının elinde sınıf üstünlüğü aracı haline getirildiğini görmüyorlar mı?

İşte şu son düştükleri çirkin ve de utanılası durum. Onlar bunun hesabını kendilerini çirkin emellerine alet eden Türk laiklerinden sormalıdırlar. İyi bilmelidirler ki Türk laikleri Batılıları ve Batı’nın kendi değerlerini bu ülkedeki oligarşik yapılarına payanda olarak görmektedirler. AB sürecinin kendi tahtlarını sallayacağı korkusuna kapıldıklarında nasıl bu sürece karşı mücadele verdiklerine, herkesle birlikte Batılılar da şahit olmadı mı?

Batılılar için Müslümanların yürüttükleri ilkeli ve soylu muhalefet, kendi halklarının ensesine binip kanını emen azgın azınlıkların ilkesiz ve soysuz dostluğundan daha değerlidir. Müslümanların içerisinden çıkan ve şiddeti muhalefet yöntemi olarak gören unsurlar bu gerçeğin anlaşılmasını geciktirmektedirler, bu doğru. Ama unutulmamalıdır ki, bu unsurları ortaya çıkaran ve böylesine Batı düşmanı kılan da yine Batılı kavram ve değerleri kendi saltanatlarını sürdürmek için istismar eden yabancılaşmış azınlıklardır.

Batı er geç bunu öğrenecektir, öğrenmek zorundadır. Belki iki medeniyet arasında insanlığa sahici bir katkı sağlayacak olumlu ve yapıcı bir rekabet asıl o zaman yararlı meyvelerini verecektir. AİHM kararı Kur’an’ın emri olan tesettüre hiçbir şey yapamaz, ama bu kararı alanların insan hakları ve özgürlükler konusundaki tüm iddialarını şaibeli hale getirir.

Kılavuzu karga olanın konacağı yer bellidir.

 

Yorum Yaz