Ben onları armağan ettim

Tarih, Allah insanla konuşmaya “tenezzül” edince başladı. Onun içindir ki hayvanların ve bitkilerin bu anlamda bir tarihi olmadığı halde, yalnızca insanın tarihi vardır.

“Allah yarattığını bilmez mi?” Bildiği içindir ki, insana akıl, irade ve vicdan gibi doğal rehberler vermekle yetinmemiş, buna bir de insanlık içerisinden çıkardığı peygamberler aracılığıyla vahyi eklemiştir.

Nasıl ki akıl, insanın içindeki peygamberse, vahyi taşıyan ve yaşayan peygamber de insanın dışındaki akıldır. Deforme olmamış her selim aklın işlevi, sahibine tıpkı bir peygamber gibi hakikat arayışında kılavuzluk etmektir.

İnsanın sınırlı ve yetersiz öz iradesi, işte bu sayede, Mutlak İrade ile senkronize hale gelir. Vahiy, Mutlak İrade’nin muradını mürid olan insana ulaştırır. İnsan bu mesajı kabul etmekte ve reddetmekte tamamen hürdür: “Dileyen iman etsin, dileyen inkar!”

İnsanın özgürlüğü, “hak edilmiş” bir özgürlük değil “bahşedilmiş” bir özgürlüktür. İnsanın en büyük şansı, insana özgürlüğünü bahşeden Zat’ın, insanın özgürlüğünü son sınırına kadar kullanmasından zarar görmesi mümkün olmayan, insana rakip olmayan, insanı kıskanmayan aşkın ve mutlak bir varlık olmasıdır. Eğer insana özgürlüğünü bahşeden, hemcinsleri gibi insana rakip olan biri olsaydı, onu istismar etmesi, o özgürlüğü kullanmasından korkması ve gocunması söz konusu olurdu.

İnsanın kendisine bahşedilen özgürlüğü kendi aleyhine kullanması mümkündür. İşte bu imkan dolayısıyla insan vahye muhatap kılınmış ve özgürlüğünü kendi aleyhine kullanmaması için gerekli olan uyarılar yapılmıştır. Bu uyarılar, sadece özgürlüğünü doğru kullanması için değil, aynı zamanda potansiyel sınırlarına yükselerek kendi kendini gerçekleştirmesi için de bir kılavuz işlevi görür.

İnsanın, iradesini yanlış kullanmasından, başta o iradenin sahibi olmak üzere, yakın çevresi, içerisinde yaşadığı toplum, doğal çevre olmak üzere herkes zarar görür; zarar görmeyecek olan tek varlık, o iradeyi bahşeden Allah’tır. Yine insanı özüne ve doğasına yabancılaşmaktan koruma maksadıyla gönderilen ilahi talimatlardan, başta onları hayatına geçiren insan olmak üzere, herkesin çıkarı vardır; fakat hiçbir şeye muhtaç olmadığı için çıkarı olmayan tek varlık yine Allah’tır.

Başta kendisi olmak üzere, korumakla sorumlu olduğu doğal ve beşeri çevresine zarar veren insan, iradesini -kötüye de olsa- kullandığı için değil, öz benliğine öz elleriyle ihanet ettiği için cezalandırılır.

Kur’an mesajının konusu, “Allah’ın mutluluğu” değil “insanın mutluluğu”dur. Onun içindir ki vahiy, Allah’ın insana olan sevgi ve rahmetinin en yüce ifadesidir. Vahye sırt çeviren insan, Yaratıcısına, O’nun kendisine olan sevgi ve merhametine sırt çevirmiş olur. Bu sadece insanın Allah’a karşı saygısızlığı değil, kendi öz benliğine saygısızlığıdır. Çünkü bu tür bir tavır, insanın kendi kendisine yettiğini vehmetmesinin bir sonucudur ve böylesi bir vehim, insanın haddini bilmemesidir. İnsanın kendi kendine yettiğini sanması ise, Kur’an’ın “şirk” adını verdiği sapmanın en çirkin biçimidir. Haddini bilmeyen, sadece Allah karşısındaki cüceliğini değil, eşya karşısındaki yüceliğini de bilmeyerek, eşyaya zebun, kula kul olur.

Tarih, Allah’a sırt çeviren insan birey ve topluluklarının çok geçmeden kendileriyle eşdeğer olan hemcinslerinden ya da kendilerinden daha aşağı değerdeki dünyalıklardan birer tanrı peydahlayıp, onlara kul-köle olduklarının sayısız örnekleriyle doludur. İnsanın kendine eş değerde olan insana, ya da daha aşağı değerde olan eşyaya kul olması, sadece özgürlüğünü değil, güvenlik ve mutluluğunu da heder ettiği anlamına gelmektedir.

Kur’an, insanlığı, insanın kula kul olmadığı, dahası insanın eşyaya kul olmadığı bir dünya kurmaya çağırmaktadır. Kula ya da eşyaya kul olanlar, gerçekte kendi şehevi içgüdülerine ve ayartıcı özbenliklerine kul olmuş olurlar.

Çocuklarımıza Kur’an’ı yasaklayanların, paranoyak bir korkudan yola çıkmamışlarsa, gerçek amaçları nedir?

Onları, Allah’tan koparıp kula kul etmek mi? Bunun şöyle bir alt gerekçesi de var mı: “Allah’a kul olanlar alınıp satılamıyorlar, cennetten, Rıza-yı Bari’den aşağısına gitmiyorlar. Bize ise, bizim elimizde bulunan ucuz değerlere alınıp-satılabilecek karakterde vatandaş lazım. Biz, bizim iktidarımızda ‘şahsiyet’ istemiyoruz.”

Eğer böyleyse, kimin varsa satsın; bende sizin satın alacağınız çocuk yok. Ben dört çocuğumun dördünü de, salt kendi istikballeri için, Meryem’in annesi gibi, daha doğarken Allah’a armağan ettim.

( 13 Ağustos 1999 )

 

Yorum Yaz