Besle TÜSİAD’ı oysun gözünü

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, o zamanlar hapisteydi. Güler Sabancı’nın, özel helikopteriyle, onu Pınarhisar hapishanesinde ziyarete gelmesinden işkillenmedim. Sakıp Ağa hayattaydı. Onu severdi. Yine de hayra yordum.

Hele, en sevdiğim fotoğrafı Rum papazın elini öperken verdiği poz olan Rahmi Koç, “Onun 1 milyar doları var” diye ortalığı karıştırdığında, buna içten içe sevinmiştim.

Ya Rahmi Koç, Tayyip Bey’e yanaşmaya çalışsa, onun lehinde beyanat verseydi? Asıl kötü haber bu olurdu. Asıl o zaman başımızın bize ait olduğundan şüphe ederdik. “Sen de mi Brütüs?” diye tepki gösterirdik. Şükür, o zamanlar korktuğumuz başımıza gelmedi.

TÜSİAD, bir zenginler derneği. Kanarya Sevenler Derneği’nden tek farkı, parası. Üyelerinin cebinin dolu olması. Bu sayede borularını her devirde öttürüyorlar. Bu ülkede, “hakkın ve hukukun” mu, yoksa “paranın” mı üstün olduğunu, bu boruya bakarak çıkarabilirsiniz. Eğer TÜSİAD’ın borusu ötüyorsa, hak ve hukuk sizlere ömür. Bir gün bu boru ötmez olursa, o zaman bu ülkede paradan üstün değerler olduğu sonucuna varabilirsiniz.

Sabancı ailesini, Anadolu insanı kendine yakın bulur. Koç ailesine mesafelidir, hatta kızgındır. Sabancı’ların, bu ülkeyi çok düşündükleri için falan değil. Sadece Koç ailesi gibi dinle uğraşmadıkları, Anadolu insanının önüne set çeken iktidarlara payanda olmadıkları için. Belki bir de “devlet zengini” olmadıkları için.

Baba Koç’un nasıl zengin olduğunun hikayesi ayrı. Ankara’nın başkent oluş hikayesiyle paraleldir, Koç ailesinin zengin oluş hikayesi. Bu hikaye henüz yazılmadı, yazacak bir babayiğit çıkmadı. Şimdi cilalı imaj devri. Herkesin bir hesabı var. Tek başına ilk meclise kiremit satma ve Koç’un o dönemde üstlendiği görevden “yağ çıkarma” hikayesi bile göz açıcı. Ne deniliyordu 10. yıl marşında: “10 yılda 15 milyon genç yarattık her yaştan”. Bu doğru değil. Fakat milletin cebinden zengin “yaratıldığı” doğru.

Hepsi bir yana, eğer TÜSİAD’cılar işe yarasaydı, bırakın savaştan çıkmış Almanya ile Japonya’yı da, en azından Kore kadar, Tayvan kadar, Singapur kadar bir ekonomimiz olurdu. Hiç olmazsa onlar kadar yerli sanayimiz ve markalarımız olurdu. Yok. Neden yok? Çünkü bizde zenginler “yersiz”, yerlilerse fakir. İşte bunun en tipik göstergesi TÜSİAD.

TÜSİAD; İmam-Hatipli düşmanı, Kur’an Kursu düşmanı. İçki savunucusu. Biracı başkanından sonra, onun yerine Sabancı’lardan biri geçti. O öncekinden de, Koç’tan da daha hızlı İmam-Hatip düşmanı çıktı. Buraya mim koyuyoruz: Sabancı’lar helal yedirseydi, nesillerinden haramı bu kadar savunup helale bu kadar düşman olan birileri çıkmazdı. En azından ben böyle inanıyorum, bu bir.

İkincisi, Güler Sabancı’nın, helikopterle, Pınarhisar Cezaevi’ne yaptığı ziyaretten, daha o zamandan kuşkulanmamakla hata ettiğimizi düşünüyorum.

Şimdi, akıllarınca AK Parti iktidarını köşeye sıkıştırmaya çalışıyorlar. Bunu da üniformalı üniformasız bürokrasiyi tahrik ederek, onların hassas yerlerini kaşıyarak yapıyorlar. Bunda AK Parti’nin de suçu var. Çünkü gözünü oyacağını bile bile beslediler.

Ben, meselenin İmam-Hatip vs. olduğunu sanmıyorum. Peki, o zaman mesele ne?

1. TÜSİAD, bazı etkili mihrakların laiklik hassasiyeti üzerinden, hükümetler üzerindeki hegemonyasını sürdürmeye çalışmaktadır.

2. Bu dernek, Muhsin Yazıcıoğlu’nun harika tespitiyle, Distribütörler derneğidir. Distribütörlüğünü yaptıkları yabancılar adına, bu ülkeyi frenleme görevi görmektedirler.

3. Yabancıların vahşi kapitalizmine bu ülkeyi peşkeş çekerken, kendileri de malı rakipsiz götürmek için, Anadolu sermayesinin önünü tıkamak ve onu sürünmeye mahkum etmek istemektedirler. Anadolu sermayesinin önünü açan hükümetten, öç almaktadırlar.

4. Yıllarca araba niyetine gaz tenekesi satıp, beyaz eşyada pazardaki aslan payı üzerine rakipsiz oturdukları günler bitti. Kimse onların malına mahkum değil. Pazar çeşitlendi, rekabet hızlandı. Gümrük duvarı arkasına saklanıp devlet teşvikleriyle semirme dönemi geride kaldı. Şimdi bu kalemlerdeki kayıplarını başka alanlardan telafi etmenin peşindeler. Mesela, özelleştirilen tesislerin, kelepir fiyatına kendilerine verilmesini istemek gibi. O da olmuyor. İhaleler kıran kırana geçiyor. Kamuoyu önünde, kim fazla verirse, mal ona gidiyor. Bizim çalmadan oynamaya, vermeden almaya, üretmeden kazanmaya, hak etmeden götürmeye alışmış TÜSİAD’çı beylerimize de işte böyle suyu bulandırmak kalıyor. Dertleri belli: bulanık suda balık avlamak.

Kanaat en büyük servetmiş. Eğer gözlerini hırs bürümemiş olsaydı, bindikleri dalı kestiklerini görürlerdi. Çünkü bu hükümetin getirdiği iktisadi istikrar sayesinde servetleri üç-beşe katlanan onlar. Ama olmuyor işte?

Millet, onların çanına çoktan ot tıkadı. Birileri hatırlatsın: Geçti Bor’un pazarı, sür yatını Malta’ya!

Yorum Yaz