Bir de böyle bakmak

Bernard Lewis’in Avrupa’nın İslamlaşması konusundaki kışkırtıcı, hatta provokatif öngörüsü üzerine yazdığım yazı, okurlardan birbirine tam zıt tepkiler aldı.

Önündeki yazıyı bitiremeyecek kadar tez canlı olanları anlayalım. Okuduğunu anlamayanları mazur görelim. Ama hakareti cesaretinin önüne geçenleri ne yapalım? Galiba bu tiplerin işi gücü sağa sola isimsiz adressiz hakaret yağdırmak.

Şükür ki böyleleri istisna oluşturuyor. Tepki veren okurlar arasında çoğunluğu ağzını yüzünü bilenler, edep ve nezaket kurallarına riayet edenler oluşturuyor. İşte onlardan biri de 25 yıldır Londra’da yaşadığını söyleyen ve Batı Avrupa’yı içinden bilen bir okurum.

O, Lewis’in iddialarının gerçeğin tam tersini yansıttığı görüşünde. İçinde yaşadığı İngiliz toplumunun kendi dinine dahi soğuk baktığını, dine karşı ilgisini giderek yitirdiğini söylüyor. Bu kanaatini destekleyen rakamlar da veriyor.

İngilizlerin % 40’ı, bir anket sorusu üzerine dinle hiç ilgilenmediğini söylüyor. İngilizlerin sadece % 8’i kiliseye gidiyormuş.

Okurum toplumlardaki din ilgisini tamamen ekonomik gelişmişlik durumuna bağlıyor. “Fakirlik arttıkça dine ilgi de artıyor, azaldıkça dine ilgi de azalıyor” tespitinde bulunuyor. Bu tespitine bir de örnek gösteriyor: Polonya. Komünist sistemin çökmesinin hemen ardından Katolik Parti üçüncü partiymiş Polonya’da. Bir sonraki seçimlerde halk desteği % 7’ye, en son seçimlerde de % 1’e düşmüş.

Kanaatimiz o ki, bu verilerden yola çıkarak Avrupa toplumlarının geleceğinde İslam’ın yerini tahmin etmeye kalkmak, bizi yanlış sonuçlara götürür.

Burada altı çizilmesi gereken nokta şu: İngilizler de Polonyalılar da Hıristiyan toplumlar. Söz konusu olan Hıristiyan toplumların Kilise’ye karşı ilgisizliği. Yapılan anketlerde, Avrupa’nın din algısının doğal sonucu olarak din, iman, kutsal hep Kilise ile özdeşleştiriliyor. Ama bu doğru değil.

Bu durumda, cevaplanması gereken bir soru var: Hıristiyan toplumların Hıristiyanlığa karşı ilgisizliğini, genelde “dine”, özelde din dediğimiz değerler manzumesine hayat veren Tanrı’ya karşı ilgisizlikle bir tutabilir miyiz?

Bu soru doğru cevaplanmadan bu konu aydınlatılamaz.

Avrupa toplumlarının kiliseye karşı ilgisizliği hatta kiliseden gittikçe uzaklaşıyor olmaları, onların Tanrı’ya ve kutsala ilgisizlikleri anlamına alınamaz. Olsa olsa Pavlus Hıristiyanlığının yılmaz bekçisi olan Kilise’nin, mensuplarına vaat edeceği bir şeyin kalmadığını gösterir. Kendisine beslenen umutları tükettiğini ve Batılı insanın nezdinde misyonunu tamamladığını gösterir. Dahası, Kilise’nin de ‘sekülerleşerek’ (tersi iddialarına rağmen baştan beri seküler, yani dünyevi idi) içinin ve içeriğinin boşaltıldığını gösterir.

Sekülerleşmiş bir kiliseden “din”in doldurması gereken boşlukları doldurmasını, insanın varoluşsal soru ve sorunlarına cevaplar üretmesini beklemek abestir. Bu abesliği gören bireyler tabiatıyla Kilise’den soğuyacaklar, ilgi duymadıklarını söyleyeceklerdir.

Bu durum, insanın fıtri/varoluşsal ihtiyacı olan metafiziğe ilgisini ortadan kaldırmaz. Kilisenin varlığı moda-demode kavramları çerçevesinde izah edilebilir. Fakat Allah, ahlak, insanın varoluş sancısı, ölüm ve ötesi, erdem ve insanın değişmez değerleri moda değildir. Dolayısıyla bunların modası da geçmez. Çevresel faktörlere ya da insanlığın gelişmişlik skalasına bakılarak bunlar “demode” ilan edilemezler. Edilse de bu, sadece bunu yapanların kuruntusu olarak kalır.

Ama maddi hayatın standartlarını belirleyen unsurlar en az moda kadar geçici ve kısa ömürlüdür, değişkendir. Aynı şey uygarlıklar ve milletler için de öyledir. Bugün üstte olanın yarın da üstte olacağına dair hiçbir garanti yoktur. Bugün sömürüp semirerek hayat standardını şu seviyelerde tutanın bu seviyeyi ilelebet koruyacağının garantisi yoktur.

Özetle, insanoğlunun metafizik ilgisi yok edilemez. Ya ne yapılabilir? Geçici bir süre bazı albenili araçlarla ilgisi başka yöne çekilebilir. Esas ilgisinin adresi şaşırtılabilir. Böyle zamanlarda dahi yüzde yüz ‘başarı’ sağlanamaz. Yine de kendini merak eden, kendini aramaya çıkan ve kitleleri uyuşturan zokayı yutmayan birileri hep bulunur. Hatta cesur olanları yangın kulesinde gönüllü nöbete yazılır. Bağırır, sarsar, sallar…

“İnsanların çoğu akletmezler” diyor Kur’an. Doğrudur. Zaten insanlığın rotasını çizenler de “insanların çoğu” değil, “akleden kalp sahipleridir”.

Sayın okurumun dine ilgiyi maddi gelişmişlikle irtibatlandıran yorumu Avrupa ve Avrupalı toplumlar için nispeten geçerli. Fakat İslam toplumları için ben bu tespitin aynı oranda geçerli olmadığını düşünüyorum. Bunun en canlı şahidi şu içinde yaşadığımız toplum. “Türk Modernleşmesi” adlı projenin mimarları, bunu uygularken çok umutlulardı. Umutlarının nedeni de, gelişmişlikle dine ilgi duymanın ters orantılı olduğunu düşünmeleriydi. Sanıyorlardı ki GSMH yükseldikçe, insanlar Allah’la ilişkilerini koparacaklar. Anlaşılan kendi toplumlarına Fransız kalmışlardı. İslam’ı Hristiyanlıkla, bu toplumu Avrupalılarla kıyaslama gafletine düşmüşlerdi. Bunun böyle olmadığını anlamaları geç olmadı. Anlar anlamaz da maddi refahın yaygınlaşmasının önüne geçip, bütün imkanları eş-ahbap arasında üleştirme yolunu benimsediler.

Sözün özü: Okurumun Avrupa için yaptığı tespit, benim İslam-Avrupa ilişkilerine dair beklentilerimin nedenlerinden birini teşkil ediyor.

 

 

Yorum Yaz