Bir İslam klasiğini okurken (1)

Bu satırları, 18. yüzyılın yüz akı ve müceddidi Şah Veliyyullah Dihlevi’nin Huccetullahi’l-Baliğa isimli eserinin girişinden çevirdim.

“Sonsuzca hamdolsun o Allah’a ki, insanlığı teslimiyet dinine mensup olarak ve doğru yolu bulacak bir yetenekte yarattı ve onları hoşgörülü, kolay ve pırıl pırıl bir din üzere kıldı. Daha sonra onları koyu bir cehalet kapladı ve aşağıların en aşağısına düştüler de asi olup çıktılar…”

Bazılarına sıradan gibi gelebilir. Fakat bu görünüşte “sade” birkaç cümle, yazarının insan ve İslam felsefesini arı duru ortaya koyan süzme bir içeriğe sahip. Birkaç satırda insan-Allah ilişkisinin serüvenini ve ilahi şeriatların maksatlarını ortaya koymak, ancak aklını vahyin inşa ettiği alimlerin yapabileceği bir iştir.

Şah Veliyyullah’ın bu birkaç satırından bakın neler çıkar:

İnsan için asıl olan sapma değildir.

Fıtrat, insana yaratılıştan sunulmuş “tabiî İslam”dır.

Din insanı dışında bir yerlere değil içine, kendi özüne (cibilliyet-fıtrat) yürüyüşe çağırır ve insanı kendisiyle buluşturur.

İnsan, sadece altyapı itibarıyla ‘iyi ‘olarak yaratılmakla kalmadı, eğer yanlış üstyapı onu doğru altyapıdan saptırırsa, yeniden doğru yolu bulabilecek bir yeti/yetenekle donatıldı.

Bu yeti ve yeteneği kullanarak “teslimiyet yolunu” yani insanlığın değişmez değerlerinin öbür adı olan İslam’ı bulabilir.

Bulacağı teslimiyet dininin en belirgin ilk üç özelliği “hoşgörülü”, “kolay” ve “arı duru, aydınlık bir kaynağa sahip” (el-beydâ’) olmasıdır. İslam hoşgörülüdür, çünkü İslam’ın sahibi olan Allah kullarına karşı şefkat, merhamet ve sonsuz bağış sahibidir. Kolaydır, çünkü “O kulları için zorluğu dilemez” (2.185). Arı duru, aydınlık bir kaynağa sahiptir, çünkü o kaynağa nesillerin karıştırdığı çer çöp vahyin arıtıcı ve damıtıcı müdahalesiyle temizlenmiş ve aynı temizlikte bize kadar gelmiştir.

Bilirim ki benim okurlarım, damdan düşer gibi şimdi Şah Veliyyullah ve Huccetullahi’l-Baliğa da nereden çıktı, demezler. Çünkü onlar ara ara bu köşede ASAM müzakereleri çerçevesinde Şafii’nin er-Risale’sinden Şatıbi’nin el-Muvafakat’ına, Gazzali’nin el-İktisad’ından İbn Cevzi’nin Def’u Şübehi’t-Teşbih’ine dek İslam ilim müktesebatının en zirve eserlerine yer verdiğimi hatırlarlar.

ASAM müzakerelerinin bu ayki eseri, kendi alanının yıldızı olan Şah Veliyyullah Dihlevi’nin Huccetullahi’l-Baliğa adlı muhalled kitabı.

Eser, İslam rivayet geleneğine dayanarak nasıl dirayetli ürünler verilebileceğinin en güzel isbatı. Doğrusu, Şah Veliyyullah gibi ihyacı ve kendi çağının moderni olan bir ismi, bu eserinin girişindeki “Bütün yakînî ilimlerin çıkış noktası ve dini bilgilerin temeli hadis ilmidir” cümlesiyle tanıtsaydım, bazıları hayal kırıklığına uğrayabilirdi. Fakat onun haberleri ele alış tarzına ve derin muhakemesine vakıf olunca, bu paragrafın girişindeki tespitime hak vereceklerdir.

Şah Veliyyullah bu yanıyla İslam fıkıh usulünde “makasıdu’ş-şeria” (şeriatın amaçları) bahsinde yaptığı muhteşem katkıyı onun da hadisler bağlamında yaptığını görürüz.

Belki onun, Şatıbi’den ayrılan bir yönüne dikkat çekmekte fayda var: birincisi “hükmün maksatlarını” ortaya çıkarırken, Dihlevi “haberin illetlerini ve hikmetlerini” ortaya koymaya çalışır. Muhatabı taklitten delile yönlendirme amacı, her satırında alttan alta akar durur. Cüzi hükümlerde kimi zaman geleneğin etkisiyle isabetsiz noktalara rastlansa da, külli gaye, hikmet ve illetlerde gerçekten muhteşem bir muhakeme yeteneğine sahiptir. Bu yeteneğini tam kapasite konuşturduğu yerlerde, üstadın Allah-insan-tabiat hakkında görüşlerinin çok derin ve sağlam temellere oturmuş olduğunu gözlemlersiniz.

Fakat mesela Tedbiru’l-Menzil (ev ve aile düzeninin sağlanması s.122 vd. Daru’t-Türas, 1185-Kahire) bahsinde onun klasik söyleme tutucu bir biçimde sıkı sıkıya sarıldığını görürsünüz. Özellikle kadın konusundaki haberleri değerlendirirken -belki de üstadın başından geçen olumsuz olaylara dayalı kişisel tecrübesi yüzünden- tanıdık bir bakış açısıyla karşılaşırsınız.

Sizi şehvetin kabarmasının biyolojik ve psikolojik izahını yaparken kendisine hayran bırakır. Fakat nikah akdinde “veli” şartına illet gösterirken kadının “kötü fikirliliğini” (sûi fikrihinne) ve dolayısıyla bir tür “esir” (ve inneme’n-nisa’ ‘avânun bi-eydîhim) sözleşmesi gibi algılanması gerektiğini ifade ederken ise hayrette bırakır (s. 127).

Ama biz okurları üstadı anlarız. Çünkü bize birçok hadisin illeti olarak öteden beri süregelen adet ve cari geleneği gösteren, üstadın kendisidir. Buna göre, doğal olarak o da kendi içinde yaşadığı çağın genel geçer değer yargılarıyla düşünecek ve yorum yapacaktır. Aslolan tevhid-adalet-saadetin teminidir ki, söz bu noktaya geldiğinde hiçbir konjonktürel değer yargısı vahyin gösterdiği makro hedeflerin yerine geçemez. Her biri kendi semasının yıldızı olan muhakkik ve müctehid ulemamızda gördüğümüz de budur.

Görüyorsunuz, yazın da kitap okunuyormuş. Öyleyse ne duruyorsunuz! “Tatil yok tebdil var” diyerek alın elinize bir eseri, başlayın okumaya. Yıl boyu en az çalıştırdığımız yerlerimiz nasıl çalışıp üretiyormuş, bir bakın.

Yorum Yaz