Bir modern zaman menkıbesi

Bükreş’te misafiri olduğum vakfın bir köşesinde, halinden hüzün akan tesettürlü bir hanım oturuyordu.

Rehberim, biraz önce bu Romen Müslümanın kendisi gibi Müslüman olan kocasının ani bir rahatsızlık geçirerek hastaneye kaldırıldığını söylediğinde, hanımın halini daha iyi tahlil edebildim.

Ama hikayenin asıl insanı hayrete düşüren yanı gerisi. Bu hikaye gerçekten ibretlik bir hikaye. Önce aktarayım, sonra alınacak ibretleri sıralayacağım.

Karı-koca Romen çiftin serüveni işçi olarak çalıştıkları Almanya’da başlar. Orada tanıştıkları Müslüman Türkler eliyle dîn-i mübîn-i İslâm ile şereflenirler. “Müslüman olduk cenneti bulduk ya, bu bize yeter” demezler. İmanı korumanın ona ermekten daha zor olduğunu fark etmişlerdir bir kere.

Çocuklarını da alarak düşerler yola ve Türkiye’ye gelirler. Nasılını bilmiyorum, fakat sanırım birilerinin delaletiyle, İstanbul’da Fatih’i mesken tutmuş maruf bir cemaatin halkasına dahil olurlar. Çiçeği burnunda Müslüman Romanyalı çift, artık kelimenin gerçek anlamında birer “mürid” (irade eden/isteyen) olup çıkarlar. Tek arzuları vardır: İslâm’ı tam öğrenmek ve öğrendikleri İslâm’ı eksiksiz yaşamak. Orta yaş kuşağını çoktan aştıklarına aldırmaksızın üstad bildikleri efendinin dizi dibine oturarak âdâb-erkan öğrenmeye koyulurlar.

Bu arada ailenin geçim sorununu çözmek için aile reisi çalışacağı münasip işler arar. Her çareyi dener kimseye yük olmamak için. Sonunda cemaatin yardımıyla bir kokoreç tezgahı tedarik edilir. Hem kokoreççilik yapmakta, hem de ailece İslâm’ı öğrenmeye çalışmaktadırlar.

Bu arada bu mühtedi Romen ailenin Türkiye’de ikameti sorun olmaya başlar. Bu sorunu bir türlü aşamazlar. En sonunda kaçak durumuna düşerler. Sığındıkları cemaatin de yardımıyla bu durum böyle sürüp gider. Aradan beş-altı yıl geçer. Bir uygulama sırasında polis bu aileyi derdest ederek doğruca Romanya’ya sınır dışı eder.

Bütün bu sıkıntı ve zorluklar aile reisini aşırı yıpratır. Çok ağır bir illete duçar olur. Tek gözü görmez olur, diğerinin görüş mesafesi ise bir-iki metreye düşer. Ailenin yükünü omuzlamaya çalışan anne de bu duruma daha fazla dayanamaz. O da sıhhatini kaybeder.

Fakat asla vazgeçmezler. Türkiye’den sınır dışı edilip Romanya’ya vardıktan sonra kendi memleketlerine (yanlış hatırlamıyorsam Romanya’nın kuzey ucundaki Yaş şehri) yerleşirler. Tek başlarına inançlarında direnirler. Yalnızlık canlarına tak ettiğinde Yaş’tan Bükreş’e gelip din kardeşlerini bulurlar.

İşte Cuma günü namazdan hemen önce orada melul mahzun gördüğüm tesettürlü hanım, kocası biraz önce ani bir kriz geçirdiği için hastaneye kaldırılan o kadındır. Onların bu durumunu görünce şu ayeti hatırladım:

“Yalnızca iman ettik demekle, sınanıp denenmeden bırakılacağınızı mı sandınız?”

Üç ders çıkardım bu modern çağ menkıbesinden:

  1. İslâm’ın insanı dönüştürme gücü, ilk günkü kadar taze ve etkilidir. Her gün yüzlercesi yaşanan bu modern çağ menkıbesi bunun ispatıdır. Dolayısıyla, İslâm bize muhtaç değildir. Aksine biz İslâm’a muhtacız. Ayetin ifade ettiği hakikat Allah için hiç de zor değildir: “Allah dilerse sizin kökünüzü kazır, yerinize yepyeni bir toplum getirir”.
  2. Adam olacak çocuk, adam olur. Gönüller Allah’ın kudret elindedir. Onları isterse bir lahzada çevirir. Biz Müslümanlar İslâm’ı gereği gibi temsil edemez de imanı ondan mahrum yüreklere ulaştıramazsak, Allah bunun daha başka yollarını da bulur. Fakat biz sınavı kaybetmiş olmanın onursuzluğunu yaşarız.
  3. Hoşumuza gitmese de, çizgisini benimsemesek de, bazı yanlışlıklar ve yamukluklar görsek de, İslami yapıların varlığı birer nimettir. Her biri hayatın farklı alanlarında ve farklı mizaçlarda insan grupları için yeri ve zamanı geldiğinde birer sığınak ve barınak olmaktadır.

Geçmiş geçmişte kaldı. Bize yeni menkıbeler gerek.

 

Yorum Yaz