“Biz nasârâyız” diyenlerin farkı

Marjinalleştikçe şirretleşen, şirretleştikçe marjinalleşen malum güruhu, kinleri, putları ve alkolden sulanmış beyinleriyle baş başa bırakıp, biz işimize bakalım.

Sahi, hiç düşündünüz mü, Kur’an’da Ehl-i Kitab diye anılan zümre kaç guruptur?

İlk elde bu suale “iki guruptur” diye cevap verilir: Yahudiler ve Hıristiyanlar. Hemen belirtelim ki, bu genellemeci yaklaşım, Kur’an’ı anlamamızı zorlaştırıyor. İsmin müşterek olabileceğini kabul ederiz de, müsemmanın muhtelif olabileceği aklımıza gelmez.

Buna verecek birçok örneğim var. Mesela Kur’an’da geçen “müşrikler”, baştan sona hepsi de bir tek zümre değildir. Zamana (dehr) tanrılık yükleyen ateist dehrilerin inanç problemiyle, taptıkları putlara “Bizi Allah’a yaklaştıran aracılardır” diyenlerin inanç problemi farklıdır. Yine eline aldığı çürümüş kemiği gösterip “Bu hale geldikten sonra tekrar yaratılacağız, öyle mi?” diyen azgın azınlık mensubu bir aristokrat Mekkeliyle, taptığı putların “Allah katında şefaat edeceğine” inanan bir zavallı bedevinin hali de öyle?

Aynı şey Ehl-i Kitab için de geçerli. Hatta Ehl-i Kitab’ın sadece müsemması değil isimleri de farklı. Mesela Yahudilerden söz eden ayetlerdeki “Yehud” ile “ellezine hâdu” formlarının muhataplarının aynı olmadığını düşünüyorum. Tıpkı bunun gibi, “Nasârâ” (Hıristiyan) ile “Biz Nasârâyız diyenler” de aynı olmasa gerek.

Şöyle ki: Nasârâ ile, “Mesih Allah’ın oğludur” (9:30) diyenler kastediliyor. “Biz Nasârâyız” diyenler ise şöyle tanıtılıyor: “İnsanlar içinde, müminlere en çok şefkat gösterenlerin ise -Biz Nasarayız- diyenler olduğunu görürsün” (5:82). Zaten ayetin devamı, “Biz Nasârâyız” diyenlerin farkını ortaya koyuyor:

“Onlar arasında öyle keşişler ve rahipler var ki, hakikate karşı kibirlenmezler; Elçi’ye indirileni işittiklerinde, gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün, çünkü ondaki hakikatin bir kısmını tanırlar: “Ey Rabbimiz!” derler, “Biz inanıyoruz. Öyleyse bizi hakikate şahit olanlarla aynı sayfaya yaz!” (5:82-83) Neden “hakikatin bir kısmını” tanırlar? Cevabı aynı surenin 14. ayetindedir; “Biz Nasârâyız diyenler, hakikatin bir kısmını unuttular” da, onun için.

Bunlar kimdir? Süddi’nin rivayetinden öğreniyoruz ki, bunlar Habeş Kralı Necaşi’nin gönderdiği din adamlarıdır. Hz. Aişe’ye göre, Necaşi gençliğinin bir bölümünü köle olarak Hicaz’da geçirmiş. Oğlu Ebu Neyzer babasının ölümü ardından gerçekleşen darbe sonucu köle edilerek satıldığı Arabistan’da, Hz. Ali tarafından babasına hürmeten alınıp azad edilmiş. Babasının taraftarları kendisine yeniden krallık teklif ettiklerinde “İslam’a kavuştuktan sonra, ne edeyim krallığı?” demiştir. Şu durumda, Bizans’ın himaye ettiği “resmi kilise” ile Habeş Hıristiyanlığı arasında bir fark olmalıdır, ama ne?

İlk akla gelen cevap şu: Bu fark, İznik Konsili’nde (MS. 325) tevhidi savunduğu için önce sürülüp sonra öldürülen Arius’tan geriye kalan “muvahhid İsevilik” farkı.

Bu cevabı kavramak için Ebionism (“Fukara”dan mülhem) diye anılan akımın tarihçesini bilmek lazım. Hz. İsa’nın kardeşi Yakub’un ve havarilerden Matta’nın yolunu bu akım sürdürmüştü. İsa’nın beşer olduğunu, vahiy aldığını, bir beşer olarak yaşayıp öldüğünü savunuyorlardı. İznik Konsili’nin sebebi olan Arius, işte bu damarın savunucusuydu.

Arius bir “tevhid şehidi”. Bu açıdan İslam kaynaklarının bigane kalması düşünülemez. Nitekim İbn Kesir hem Tefsir’inde hem de El-Bidaye’sinde ondan söz etmiş. Hatta adını “Abdullah b. Aryus” olarak tescil etmiş. Arius öldürülmüş, ama fikirleri öldürülememiş. Mesela Samsatlı Pavlus bu inancın sürdürücüsü olmuş. Hatta bölgeye İslam’ın girişine kadar yaşamış Arius tevhidciliği. Kilisenin zulmüne maruz kalan muvahhid Ariusçular, Orta Arabistan, Yemen, Habeşistan gibi uzak bölgelere kaçmışlar, oralarda gizli veya açık inançlarını yaşatmışlar. Batıdakiler de İspanya’ya kaçmış. Bu bölgelerde İslam fütuhatının kolayca gerçekleşmesinde, Arius muvahhidliğinin rolü büyük olmuştur.

Öyle görünüyor ki, Hicaz, Suriye, Filistin ve Irak Ariusçuluğu, Nasturilik ve Yakubilik kisvesi altına gizlenerek varlığını sürdürmüş. Allah Resulünü çocukken keşfeden Busralı rahip Bahira’yı da bunlardan biri saymak mümkün. Allah Resulüne kucak açan Habeş (Aksum) Hanedanı de Yakubilikten önce Ariusçu idiler. İnançlarını Yakubilik kisvesi altında gizleyerek sürdürdüler.

Cabiri, Tefsirle ilgili yeni eserinde Arius adının Allah Resulünün Bizans İmparatoru’na gönderdiği davet mektubunda geçtiğini söylüyor. Hamidullah’ın aslını el-Vesaik adlı kıymet biçilmez eserine aldığı mektupta, gerçekten de “a-r-s” harflerinden oluşan bir kelime var. Bu kelimenin okunuşu ve manası, Nevevi, Ayni, İbn Hacer gibi âlimlerimizi hayli yormuş. Bu konudaki keyfi yorumlar ve onların dayandığı tasavvur, bir tez konusu bile olabilir. Dilci İbn Manzur kelimeyi doğru okuyarak, “Abdullah b. Aryus’un taraftarları” notunu düşmüş. 12’den isabeti yalnızca İbn Hazm kaydetmiş (Nkl. İbn Hace)

 

 

Yorum Yaz