Bu ülkenin en büyük felaketi

Sakarya’da, depremzedelere yardım etmek isteyen başörtülü doktor ve hemşireler SSK Hastanesi Başhekimi tarafından hastane bahçesinden zorla dışarı çıkarılıyor.

Depremin mahşerinde dahi ideolojik takıntılarını terk etmeyen o kafa, başörtülü doktor ve hemşirelerden başlarını açmalarını istiyor. Doktorlar kendilerinin memur olmadığını, sadece gönüllü olarak hizmet vermeye geldiklerini söylemelerine rağmen, hastane yönetimi tarafından engelleniyorlar.

Allah dememeye yeminli medya, Çınarcık’taki 20 vatandaşını kurtarmak için gelen İsrail ekibini göklere çıkarırken, daha dün konjonktüre uyarak küfrettikleri Yunanistan’la dostluk tazeleyip, deprem felaketinden İsrail ve Yunan muhabbeti devşirmeye seğirtirken; bir yandan da Müslüman halkların desteğini yok sayıyor, onları görmezden geliyordu.

Sabataist dışişleri bakanı, depremin dördüncü günü “Kimden yardım talep etmiş ve kabul etmişsek, hepsinden aldık” derken, İran’ın ısrarlı yardım talepleri karşılıksız bırakılıyor. Kuveyt’in İstanbul Belediyesi aracılığıyla dağıtmak için getirdiği yardıma daha havaalanında el konulmaya kalkılıyor.

Bir ilin valisi, halkın çıkarının değil devletin çıkarının bekçisi olduğunu ispat edercesine Kombassan’ın iline ait bir ilçeye yaptığı yardıma utanmadan engel olabiliyor. İstanbul Valisi de ondan aşağı kalmadan yıllardır tüm dünyadaki mazlumlara uzattığı yardım eliyle gönüllerimize taht kuran İHH ve Mazlum-Der’in hesaplarına el koyarak “devletin valisi” olduğunu ispatlıyor.

The Washington İnstitute’ün Türkiye uzmanı olan Musevi asıllı Alan Makovsky The Washington Times gazetesine yaptığı açıklamada, Batılı ülkelere Türkiye’ye yardım çağrısında bulunuyor. Yok yok, öyle insani duyarlılıkla falan yapmıyor bunu, tıpkı ABD’nin, İsrail’in ve Batı’nın yardımları gibi çirkin niyetlere dayanıyor bu da. İşte delili:

“Depremden sonra bazı köktendinci akımlar güç kazanabilir. Bu riskten dolayı Batı’nın yardımı çok büyük oranda olmalı. Bu zor anında Türkiye’ye yardım etmek Batı’nın çıkarına. Çünkü Türkiye çok önemli bir ülke.”

Bu tavır, tıpkı, yetim bir kız çocuğunu ilerde çirkin emellerine alet etmek için büyütmeye talip olan bir ahlaksızın tavrına benziyor.

Bana gelen bir e-postada, Gülten Yılmaz isimli bir vatandaş, başından geçenleri şöyle anlatıyor:

“Perşembe günü özel bir şirket çalışanları tarafından hazırlanmış olan yardım malzemelerini taşıyan bir minibüs ile Adapazarı’na gitmeye karar verdik. Yollar özel araçlara kapalı olduğu için Şişli Belediyesi’nin de o esnada yardım götüreceğini öğrendik ve minibüsümüze “Depremzedelere Acil Yardım-Şişli Belediyesi” yazılı bez afişini asarak konvoya katıldık. Önce 12:00 gibi yola çıkacak olan konvoyun hareketini saatlerce bekledik ve nedense saat 14:00 gibi ters yönde, Esentepe’deki Şişli Belediyesi’nden geri dönüp Mecidiyeköy-Şişli istikametinde yola koyulduk. İyi niyetli olduğumuz için olsa gerek Yenikapı’ya gideceğimizi, oradan da arabalı deniz otobüsü ile depremzedelere ulaşacağımızı düşünürken anladık ki bu bizim hüsnü kuruntumuz imiş. Konvoy; en önde ambulans, ardında Şişli Belediye Başkan Yardımcısı makam arabası, iki özel araba, iki minibüs ve 3-4 kamyon ile birkaç arabalı ve motorlu eskort polisler ile görkemli bir vaziyette Mecidiyeköy-Şişli-Osmanbey güzergahından Taksim’e kadar gitti ve U dönüşü yapıp tekrar hareket ettiğimiz noktaya geri döndü. Bu arada bir saati aşkın bir süre geçti tabi. O arada yol kenarlarına yerleştirilmiş kameralar sürekli bizi filme aldı. Anonslarla “Sayın sürücüler, lütfen konvoy geçene kadar bekleyin”, “Lütfen konvoya yol verin!”, “Lütfen konvoyun arasına girmeyin!” türünden anonslarla çevrede bulunanların dikkatleri konvoya yöneltildi. Ve maalesef yolda bulunan herkes bunun altında ne tür bir şov olduğundan habersiz olarak takdir dolu bakışlarla bizi seyretti. Biz de, maalesef önce farkında olmadan, sonra da istemeyerek bu şovda yer almış olduk ki, bundan utanç duyuyoruz.”

Bir görgü şahidi depremzede anlatıyor: “Falanca bakan (ismi mahfuz), burayı ziyaret etti. O anda bir enkazın başındaydık. Enkazın altında canlı haberi olduğu anons edilince, birden herkes dönüp oraya baktı. Ben bakana bakıyordum, bakan ise hemen önünde duran enkaza ait bir kolona ellerini sürüp tozlağı göğsüne çalıyordu.”

Dinar depremi için toplanan paraların hala hesapta tutulduğu, dış ülkelerden gelen nitelikli çadırları kendi depolarına kaldıran Kızılay’ın bunların yerine depolarındaki II. Dünya Savaşı’ndan kalan çadırları afetzedelere gönderdiği…

Çok mu karıştırdık.

Hayır, hayır…

Bunların hepsinin de ortak bir yönü var; isterseniz siz adına başka bir şey deyin, ben “O kafa” diyorum, anlayın artık.

İşte bu kafa, bu ülkenin en büyük felaketidir; Gölcük depreminden de büyük!..

(1 Eylül 1999 )

 

Yorum Yaz