Buruk bir bayram

Kurban, “yakın olmak” anlamındaki kurbiyyet, ya da “yaklaşmak” anlamındaki takarrub mastarına izafe edilir.

Bu anlamıyla kurban, “yabancılaşma”nın zıddı bir anlama ve işleve sahiptir.

Uzun insanlık destanı boyunca insanoğlu, kendisine, çevresine ve Yaratıcısı’na karşı böylesine vahim bir biçimde yabancılaşmış mıdır, bilmiyorum. Yabancılaşma çatışmayı getirir, çatışma ise tahrip ve imhayı.

İnsanoğlunu bu korkunç akıbetten korumanın yolu onun kendisinden, yani doğasından uzaklaşmasını önlemektir. İnsanlığın değişmez değerlerinin öbür adı olan İslam vahyinin amaçlarından biri, belki birincisi bunu gerçekleştirmektir.

Nasıl ki kendisine karşı yabancılaşan çevresine ve Rabbi’ne karşı yabancılaşırsa, kendisine yakın olan, kendisiyle tanışık ve barışık olan da, Rabbi’ne yakın, O’nunla tanışık ve barışık olur.

Kurban işte bu yakınlaşmanın, biliş, tanış ve ‘barış olma’nın sembolik araçlarından biridir. Kurbanın sembolize ettiği bu ruhu gözardı ederek, onun verdiği soylu dersi ihmal ederek, kurban kesmeyi zoolojik bakışla tartışmak, olayı “kedi gözüyle” algılamaktır ki; o zaviyeden bakanın gözüne elbette et, kan, ciğer, kemik ve deri görünecektir. Oysaki Kur’an enfes üslubuyla, “kurbanın ne kanının ne de etinin Allah’a ulaşacağını, O’na ulaşacak olanın yalnızca takva olduğunu” dile getirmektedir.

Şeytanın gör dediği yerden değil de Allah’ın gör dediği yerden bakanlar, kurban sembolunun ardında Halilullah olan İbrahim’in, hibetullah olan İsmail’in, hicretin ölümsüz gelini Hacer’in dillere destan teslimiyetlerini görürler.

Önce ateşle can sınavından geçen ve imanın yanmadığını, hiçbir Nemrud’un ateşinin imanı yakamayacağını, ispat eden İbrahim’in, canan sınavından da geçerek Allah’a adananların harcanmayacağını ispat ettiğini görürler.

Bu ilahi temsilin şahsında, hiçbir varlığın insan iradesine Allah kadar hürmet edemeyeceğini ve yine insanın teslimiyetini istismar etmeyen tek otoritenin ilahi otorite olduğunu görürler.

Herkes bir şey uğruna kurban olmaktadır. Günümüz dünyası, insanın ucuz değerlere kurban edildiği bir mezbahayı andırıyor. Tarihin hangi döneminde insan böylesine bir istatistik malzeme haline gelmiştir? Yüce kapıya sırt çevirenlerin nasıl bozuk para gibi harcandığını görüp de içi yanmayan hamiyyet erbabı olabilir mi?

Harcanıyorlar; çünkü adanamıyorlar, adanmıyorlar.

Adanamıyorlar; çünkü kendilerine ait değiller.

Sahibiyim iddiasında bulunduklarının gerçekte sahibi değiller. Özgürlükleri sanal, duruşları sahte. Mallarının sahibi değiller, malları onların sahibi. Makamlarının efendisi değiller, aksine kölesidirler. “Bana ait!” dediklerine bakmayın siz; onlar hiçbir şeye malik değiller ve hiçbir şey onlara ait değil. Onun için veremezler, bağışlayamazlar, adayamazlar.

Köle efendisini nasıl azad eder?

Bu kölelik içselleştirilmiş bir köleliktir: Zincirlerini gerdanlık, kelepçelerini kolye, prangalarını halhal sanmışlardır.

Onun için de anlayamazlar İbrahim’i, anlayamazlar İsmail’i, anlayamazlar Hacer’i, anlayamazlar kurbanı. Ve tabii ki anlayamazlar şu andı telkin eden Kur’an’ı:

“De ki: Tüm yalvarıp-yakarışım, tüm ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah içindir!”

Her kurban değerini kurban olduğu kapıdan alır. Bir başka ifadeyle: Adağın değerini adandığı kapının değeri belirler.

Kurban ibadeti, inanan insanın varoluşunu neyle ve nasıl anlamlandırdığını sembolik bir yolla Allah’a arz etmesidir. Bu adayış sonucunda, insan eşyanın ve özbenliğinin tutkulu ve tutuklayıcı kayıtlarından kurtulur.

Bu, özgürlüğü elde etmenin en düşük bedelidir.

Özgürlüğü en yüksek bedelle elde etmek için 150.000 canı kurban veren Çeçen diyarına bakın.

Ben baktım ve başım öne eğildi. Yutkundum. Bir şeyler boğazıma düğümlendi.

Kur’an’da İbrahim ve İsmail’in kurban kıssasının anlatıldığı surede kıssanın hemen ardından Allah doğrudan selam ediyordu adayana: “Selam olsun İbrahim’e!”

Ben de içimden sessiz bir çığlık saldım gök kubbeye; belki İbrahim’in dört bin yıl öteden koy verdiği çığlığa karışır umuduyla:

Selam olsun evladını kurban veren yüreği yaralı on binlerce Çeçen anasına!

Selam olsun eşini kurban veren Çeçen gelinlerine.

Selam olsun babasını kurban veren Çeçen yetimlerine.

Küçük oğluma sordum: Ömercik, bugün ne?

Ömer “bayram” dedi.

“Kurbanların bayramı!” dedim.

Sanki anlamış gibi başını salladı.

Mübarek olsun.

( 17 Mart 2000 )

 

Yorum Yaz