Can pazarı

Eşim ve çocuklarımla birlikte kendi evimizde yaşadığımız 45 saniyelik “gazap ayeti”nin nüzulü, tam bir kıyamet provasıydı.

İnsanın, olanca iddiasına rağmen, ne kadar aciz ve zayıf olduğunu bir kez daha ta iliklerimde hissettim.

Şu kısa hayat yolculuğunda, çok üzüldüğümüz şeylerin o kadar üzülmeye, çok sevindiğimiz şeylerin de o kadar sevinmeye değmediğini, insan böylesi ölümle burun buruna geldiği demlerde daha bir anlıyor.

Böylesi afetlere iki açıdan bakmak gerekir: Birincisi illet açısından ki bu olayın maddi nedenlerini ele verir. İkincisi ibret ve hikmet açısından ki bu da olayın manevi nedenlerini ele verir.

İllet açısından söylenecek çok şey var: Devletin ciddiyetsizliği, yöneticilerin ehliyetsizliği, bürokratların sorumsuzluğu, dünyevileşen insanımızın rantiyeciliği, müteahhitlerin çok kazanma hırsı… Bütün bunların tek ortak adı vardır: Ahlak zafiyeti. Ahlaki davranış formasyonunu insana yalnızca inanç kazandırabilir. Dolayısıyla insanların Allah’la ilişkileri ahlaki davranışlarını doğrudan etkileyen faktördür. Sonuçta; insanların dini duygularını zayıflatan her kişi ve unsur, deprem maktullerinin dolaylı katilleridirler.

Bir olayda yalnızca illete bakmak, cesede takılıp ruhu ihmal etmek, zarfa takılıp mazrufu atlamak, kabuğa takılıp özü görmemek demektir. Bu yanlışa düşmemek için olayın ibret ve hikmet boyutunu da değerlendirmek elzemdir. İllet ve hikmet boyutu devreye girince, bu noktada Allah-insan ilişkileri doğrudan belirleyici olmaktadır. Allah’ın gazap ayeti olan Gölcük merkezli depremin, yine Gölcük’te planlanan 28 Şubat süreciyle bire bir ilintili olduğu, halk arasında yaygın bir inanç olarak dile getirilmektedir. Ben bu inancı, depremden iki gün sonra afet bölgesini gezerken bizzat tespit ettim.

İnsan manzaraları

Evet, depremden iki gün sonra, bizzat kendimiz de depremin şokunu yaşamış olmamıza rağmen, bu kıyametin üzerine çöktüğü insanlara yardım elimizi uzatabilmek için İstanbul’dan hareket ettik.

Akabe Vakfı merkez şubesi mütevelli heyetinden bir grup yöneticiyle birlikte yardım malzemesiyle dolu olan Vakfa ait araçla yola çıktık. Daha Topçular iskelesine çıkar çıkmaz felaketin soğuk yüzüyle karşılaştık.

İlk istikametimiz depremin doğrudan vurduğu yerleşim merkezlerinden Karamürsel idi. Yol boyunca kitap gibi dürülen üç, beş, yedi katlı binalarla karşılaştık. Karamürsel’e girdiğimizde olayın vahameti tüm çıplaklığıyla gözlerimizin önüne serilmişti. Manzara tek kelimeyle “korkunç”tu. Kendisinden tüm çabalarımıza rağmen haber alamadığımız Şair Bünyamin Doğruer kardeşimizi bulduk. Mağdur olanların isimlerini tespit ettik ve ayrıldık.

Olayın üzerinden 55 saat geçmesine rağmen enkaz yığınlarından çoğuna hâlâ hiç el vurulmamıştı. Değirmendere’yi de deprem yerle bir etmişti. İnsanlar tüm iş makinelerinin askeriyeye gittiğinden şikayet ediyorlardı. Bir kadın hem ağlıyor hem de yanındakilere “N’olur, bir tanesini de bize versinler!” diye yalvarıyordu.

Asıl felaketle Gölcük’e girince karşılaşacaktık. Gölcük, kelimenin tam anlamıyla harabeye dönmüştü. Bir enkazın önüne tam 11 ceset dizmişlerdi. Arkası devam ediyordu. Cesedin başında oturan kadın bizden su isterken aynı zamanda sayıyordu “Şu kardeşim, şu annem, şu babam…” diye. Ağlamıyordu; belli ki, gözpınarları kurumuştu.

Kriz merkezi olarak seçilen sahildeki konferans salonu önüne geldiğimizde 40-45 yaşlarında asker emeklisi olduğunu söyleyip kimliğini gösteren bir bey annesini, babasını ve kardeşini kaybettiğini, başka kimsesinin olmadığını, kriz masasında kimsenin ilgilenmediğini dile getirerek, cenazelerinin Ankara’ya nakli için bizden yardım istedi.

Ben kendisine, bizim İstanbul’a döneceğimizi söyleyerek bu iş için yeterli miktarı uzattığımda olağanüstü şaşırdığına şahit oldum. “Benim kim olduğumu bilmiyorsunuz ki?” diyordu. Ben, bunun bir öneminin olmadığını, aynı durumda biz olsaydık, bizim de aynı şeyi yapacağımızı söyledim. İkna olmamış olacak ki “Ben kimim, siz kimsiniz, bu kadar parayı tanımadığınız birine nasıl verebilirsiniz?” deyip duruyordu. “Allah rızası için!” dedim. Bu kez hesap numarası istedi ısrarla; “size ilerde bu miktarı yatırayım” diyordu. Hayır, bu Allah’ın bize emrettiği bir görevdir” dedim; “Bari kimliğimi alın” diye tutturdu. Onu da alamayacağımızı söyleyip “Allah rızası için” yaptığımızı yineleyince, son kez “adresinizi olsun verin” ısrarında bulundu. Bir telefon numarası vererek oradan şaşkın ve buruk bir yürekle ayrıldık.

Şaşkın ve buruktum; zira yaşadığım şu son olayda, muhatabımla ben aynı dili konuşmuyorduk. “Allah rızası için” gerekçesini bir türlü anlamıyordu. Belli ki hayatında “Allah rızası için” ne bir şey vermiş ne de bir şey almıştı. Ona göre her şeyin dünyevi bir karşılığı olmalıydı; hesap hep burada ve şimdi görülmeliydi. Bu yüzden anlamıyordu bizi; bu yüzden, iki ayrı dili konuşan iki ayrı dünyanın insanları gibiydik.

Laik insan tipinin defterinde “Allah rızası” maddesinin bulunmadığını nice sonra hatırladım, ülkem ve insanım adına hayıflandım. Oradan, ülkede hakim öğe kılınmaya çalışılan bu insan tipiyle nasıl bir geleceğin bizi beklediğini düşünerek Mustafa Kaçır kardeşimin mahallesine hareket ettik.

Uzaktan onu atletiyle kendini kurtarmış halde fark edince, içimi sevinç ve hüzün karışımı garip bir duygu kapladı. Marketi ve evi yerin altına geçmiş, bina yıkıldı yıkılacak şekilde yan yatmıştı. Bizi fark eder etmez gülen yüzüyle “Allah’a şükür! Allah’tan memnunum hocam!” diyordu. Her şeyini kaybetmişti, ama yüzü gülüyor ve tam bir teslimiyetle “Allah bizi uyardı” diyordu. Gözüm doldu, gönlüm doldu. Biraz önce karşılaştığımız laik insan tipiyle, şimdi karşımızda duran Allah’a teslim olmuş iman insanının tavırları arasında ne kadar fark vardı Allah’ım!

Bir şeyi, olanca dehşetiyle bir kez daha fark ettim: İnsanların, evsiz-barksız kalmalarından, yakınlarını ve hatta canlarını kaybetmelerinden daha büyük felaket, insanların imanlarını kaybetmeleridir. İnsanların imanını ve insanlığını yıkan zihniyetin, bu ülke için depremden daha büyük bir felaket olduğunu da…

Şimdi tek düşüncem; Gölcük depreminden daha korkunç olan manevi depremin yaralarının nasıl ve kim tarafından sarılacağı.

( 23 Ağustos 1999 )

Yorum Yaz