Cendere

Muhatabım, hukuk tahsilini doğup büyüdüğü Avrupa ülkesinde yapmış bir hukukçu.

Aynı zamanda Avrupa’daki Müslüman göçmenlerin oluşturduğu büyük bir örgütün hukuktan sorumlu başkan yardımcısı. Avrupa’daki Türk göçmenlerin hukuk sorunlarını resmi makamlar nezdinde takip ediyor. Bu alandaki sorunların çözümü için en yetkili organlarla görüşmeler yapıyor, müzakereler yürütüyor.

Türkiye’nin AB üyeliği konusunda ve Avrupa’daki Müslüman işçiler meselesinde Avrupalının dilinin altında yatan bakla ne? Cevabını merak ettiğim soru bu. Muhatabım “Bakın” diyor, “Size resmi bir görüşmede şahit olduğum olayı anlatayım: Muhatabım eyalet başbakanı. Yıldızı parlayan siyasilerden. Tüm tarafsız gözlemciler, onu Almanya’nın gelecekteki başbakanı olarak görüyor. Görüşme sırasında ona “Bizden gerçekte tam olarak ne istiyorsunuz! Açık konuşun, bilmek istiyoruz” dedim.

O da “açık konuşacağım” dedi ve sizin sorunuzun cevabı olan şu sözü söyledi:

“İddia sahibi olmayacaksınız; tam ve kayıtsız şartsız entegre olmanızı istiyoruz.”

İşte bütün mesele bu.

Hayret etmedim, şoke de olmadım. Çünkü bu sürpriz değil. Müstekbir dünya, davranışıyla zaten böyle diyor. Ama bunu dile dökmekten kaçınıyor. Onun için bu siyasetçiye kızmamalı. Hatta dürüst davrandığı için tebrik bile etmeli. Dürüst davrandığı ve davasının adamı olduğu için?

Hem nasıl ve neden kızacaksınız ki? Bunu bize ilk söyleyen Batılılar değil. Şimdi bu milleti Batının kapısında diz çöktürüp “Aman bizi de içeri alın!” diye yalvarmaya mahkum eden Batıcı kadrolar. Mezkur kadroların “İddia sahibi olmayacaksınız!” diye bu millete reva gördüklerini hatırlayın lütfen.

Tanzimat’tan bugüne kadar geçen süreç, bizi iddiamızdan yoksun bırakma süreciydi. Osmanlı Tanzimat Fermanı’nın altına Batılılara bu garantiyi vermek için imza attı. Reşit, Fuat ve Ali paşaların ömrü Batılıları buna inandırmak için bin bir takla atmakla geçti.

Bu üçlünün ardından Hüseyin Avni, Rıza ve Mithat paşalar sancağı devraldı. Görevleri Osmanlı’yı iddia sahibi yapmamaktı. Sultan Abdülaziz “iddia sahibi” olmak için adım attığında malum tayfa tarafından hayatına kast edilerek durduruldu.

Aynı sahne farklı oyuncular eliyle bu kez iddia sahibi olmamayı içine sindiremeyen Sultan II. Abdülhamid’e karşı sahnelendi. Oyuncular Enver, Talat ve Cemal üçlüsüydü.

Osmanlı defteri böylece kapandı. Osmanlı’nın külleri üzerinde yükselen yeni rejim, iddia sahibi olmayacağını her alanda deklare ettikten sonra ancak Batılılar tarafından hüsnü kabul gördü.

Batılılar bu kez işi sıkı tuttular. Bu milletin iddia sahibi olmasına yol açan değerler silsilesinin köküne kibrit suyu dökülmesi talebiyle geldiler. Lozan’ın görünen yüzü ne olursa olsun, görünmeyen yüzünde pazarlık konusu olan tek madde vardı. O da bu “iddia sahibi olup-olmama” meselesi.

Bu pazarlıkta kim en fazla verirse onu akredite kabul edip, anahtarı kendisine teslim edeceklerdi. Son ana kadar İstanbul ve Ankara hükümetlerinin her ikisini birden muhatap almalarının sebebi buydu.

Sonuçta iddiasından en çok vazgeçen tarafı akredite ilan ettiler. Ve ardından iddia sahiplerinden ve onları iddia sahibi kılan unsurlardan kurtulmaya sıra geldi. Adına “Türk modernleşmesi” denilen şey, gerçekte “Tüm iddialarından vazgeçme projesi” idi.

Sadece vazgeçme değil, aynı zamanda vazgeçirme?

Bu süreçte iddiasında direnenler bir şekilde “ikna” edildiler. İkna olmamakta direnenlerin başına kötü şeyler geldi. Verilen söz her ne pahasına olursa olsun yerine getirilmeli, iddia sahibi olmaya dair en ufak bir iz bırakılmamalıydı. Üç çeyrek yüzyıldır sürdürülen toplum mühendisliği projesinin tek amacı bu “iddia” meselesini kökten halletmekti.

Fakat proje bir noktadan sonra tıkandı.

İhalenin adı belliydi: Bu milleti iddialarından arındırma ihalesi. İhale açanlar taliplilerden sadece “arındırma” istediler. İhaleyi alan bir avuç seçkin bunu yaptı. Fakat bir şey daha yaptı: Arındırdıkları iddiaların yerine kendi zümrevi çıkarlarını yerleştirmek. Oysaki ihale şartnamesinde bu yoktu. Bu kez yeniden ihaleye çıkıldı.

Şimdi ihalenin yeni sahipleri, koca bir ülkeyi malum azınlığın zümrevi çıkarlarına ipotek olmaktan kurtarmanın tek yolunun ihale sahiplerinin suyuna gitmek olduğunu düşünüyorlar.

Gelinen nokta tam anlamıyla bir “Kırk katır mı, kırk satır mı?” noktasıdır. Bu değneğin iki ucu da kirli. Gelebilecek “…ama sol elimle tutuyorum” mazeretinin meşru olup olmadığını zaman gösterecek.

Anlaşılması için zamana ihtiyaç duyulmayan tek gerçek, tüm iddialarından vazgeçtiğini en yetkili ağızlardan beyan ettiği halde, bu ülkenin sıkıştığı cendereden çıkma umudunun hâlâ olmayışıdır. Çünkü cenderenin bir tarafı hafif gevşeyecek olsa, öbür tarafı başlıyor daha çok sıkmağa.

Yine de cendereden kurtulmanın bir yolu olmalı.

 

Yorum Yaz