Cuma hutbelerine dair (2)

Bir önceki yazımızda hutbenin Cuma namazının ilk yarısı olduğunu, ilk kaynaklardan yola çıkarak söylemiştik.

Bu, “hutbe” adı altında îfâ edilen Müslüman cemaatini bilgiyle donatma ameliyesinin tıpkı Cuma gibi aynî bir farz olduğunu ortaya koyuyordu. Bu insanlığın şahit olduğu en kapsamlı bir yaygın eğitim uygulamasıydı. Dünyanın her tarafında yüz milyonlarca mümin ve mümine bu eğitimin müdavimiydi.

Bu eğitimin dünyada girmediği mekân yoktu. Üç Müslümanın birlikte yaşadığı en ücra yere kadar bu eğitim ulaşıyordu. Bu eğitimin mezuniyeti yoktu. Ölünceye kadar sürüyordu. Bu eğitimin müfredatı bir çağa has değildi. 1400 küsür yıldan beri kesintisiz uygulanan bu müfredat, yeryüzünde Müslümanlar var olduğu sürece kıyamete kadar devam edecekti.

Bu evrensel eğitimin müfredatının kaynağı Kur’an’dı. Bunun en büyük şahidi Peygamberimizin hutbeleriydi.

Peygamberimiz Hicret sonrasındaki hayatı boyunca yaklaşık 500 hutbe okumuş olmalıydı. Efendimizin hutbelerini bir arada toplama iddiasıyla kaleme alınmış olan eserlerde ve diğer İslami kaynaklarda nakledilen metinler, bu sayının çok küçük bir kısmını oluşturuyordu. Bu Efendimizin hutbelerinin sadece Kur’an ayetlerini okumaktan ibaret olduğu anlamına elbet gelmiyordu.

Mesela onun kendi mescidinde verdiği ilk hutbe kaynaklara girmişti. Bu ilk hutbenin konusu neydi, biliyor musunuz: Tasadduk ve infak, yani paylaşma. Hicretin hemen ertesine denk gelen günlerde yaşanan sıkıntılar dikkate alınacak olursa, bu konu gerçekten de çarpıcıydı. Efendimiz “Velev ki yarım hurmayla da olsa kendinizi ateşten koruyunuz” buyurduğu hutbe bu hutbeydi.

Fakat çok özel durumlar hariç hemen hiçbir hutbenin eksenini Efendimizin sözleri oluşturmuyordu. Onun sözleri daima “beyan” sadedinde kalıyordu. Zira hutbelerin ekseninde hep Kur’an vardı. Söz katarının lokomotifi Kur’an idi, Resulullah’ın sözleri o lokomotifin ardına takılan vagonlar gibi dizilirdi. Kelam-ı ilahi, kelamın Kâbe’si idi. Allah Resulünün sözleri, o Kâbe’nin etrafında tavaf eden hacılar hükmündeydi. Merkezde Kur’an vardı.

İşte bu yüzden “Allah Resulünün hicretten sonra okuduğu yaklaşık 500 hutbe (aslında her Cuma iki hutbe verdiği için 1000 hutbe demek daha doğru olur) nereye gitti?” diyenlerin göz ardı ettikleri husus budur.

Cuma ibadetinin ekseninde “talim ve terbiye”nin yer aldığı gerçeği, aslı dört rekat olması gereken Cuma namazının ilk iki rekatını hutbeye verdiğinden yola çıkılarak açıklanmıştı. Cuma ibadetinin ekseninde talim ve terbiyenin yer aldığını ilk fark eden Allah Resulü idi.

İşte bu nedenle toplumun aklı eren tüm bireylerinin cumaya gelmesi konusunda olağanüstü titizlik gösterdi. Bu konuda istisnaları en aza indirdi. Mazeretleri kaldırdı. Kendi nebevi eğitimini kaçırmamaları için vakit namazının cemaatle kılındığı yakın mescitlerde Cuma kılınmasına dahi sıcak bakmadı. Burada hassasiyet öyle yanlış anlaşıldığı gibi “cemaatle namaz” hususunda değildi. Hassasiyetin temelinde İslam cemaatinin duygu, düşünce ve eylem birliğini gerçekleştirmek için tasavvur, akıl ve şahsiyetlerinin vahiyle inşa edilmesi yatıyordu.

Efendimizin hutbeleri bir kuudla (oturuş) ayrılan iki kıyamdan oluşuyordu. Adeta iki bölümden oluşan bu hutbeler, dünya ve ahiretiyle hayatın iki yüzüne bakan iki ayna gibiydi. Birincisinin muhtevası insanın ahiret saadetine ilişkin, ikincisinin muhtevası insanın dünya saadetine ilişkindi. Bu yüzden efendimiz birinci hutbede vahiy ağırlıklı bir hitapta bulunuyor ve insanların manevi dertlerine Kur’an eczanesinden ilaçlar sunuyor, ikinci hutbede ise onların dünyevi problemlerine eğiliyor ve yine bu problemlere vahyin eczanesinden ilaçlar sunuyordu.

Hz. Ali’nin Nehcü’l-Belağa’daki belagat tarihinin en edebi metinlerinden oluşan sözlerinin çoğu da yine onun hutbelerinin bir parçasıydı.

Bütün bunlardan yola çıkarak “Hutbede maslahat nedir?” sualinin cevabını verebiliriz: Hutbede maslahat eğitimdir. Eğitimin temeli ise şefkat ve merhamettir. Rahim olan Allah’ın “Rabb” oluşu, bunu ifade eder.

İmam-hatip demek, ana yürekli adam demektir. İmam demek, ölü değil diri yıkayan adam demektir. İmam kelimesi “anne” manasına gelen “umm”den türetilir. Anneler çocuklarının bedenini beslerler, hocalar insanların kafalarını ve kalplerini beslerler. Anneler yavrularına göğüslerinden süt emzirirler. Hocalar müminlere Kur’an ve onun beyanı olan sünnet çeşmesinden ilim ve hikmet emzirirler.

Hutbe, bir açıdan ilim, bir açıdan irfan, bir açıdan irşat, bir açıdan hikmet, bir açıdan el-emr bi’l-ma’uf ve’n-nehy ani’l-münker, bir açıdan davettir.

Minberler imam-hatiplere bir peygamber emanetidir. Asıl kutsal emanet budur. Zira Hz. Peygamber kendisinden sonra yaşayan müminlere giysilerini ve eşyasını değil misyonunu ve davasını miras bırakmıştır.

Bir imam-hatib mihraba geçtiğinde ve minbere çıktığında tir tir titremelidir. Zira orası Allah Rasulü’nün makamıdır. Zira o cami Kâbe’nin şubesidir. Kâbe beytullahtır. Beytullahın şubesi de beytullaha mülhaktır. Ve imam Allah Resulünün makamına vekalet etmektedir.

Sıra şu özeleştiri sorusundadır: Peki, günümüzde hutbeler asli fonksiyonunu ne kadar icra ediyor?

Gelecek yazıya.

Yorum Yaz