Dağı taşlayan çılgınlar

Sadece gülüyorum. Dağı taşlayan bir çılgın gibi Allah’ı taşlamaya cüret eden bu haddini bilmezler güruhunun hal-i pür melaline?

Bu ülkenin Allah’la ilişkisini hoyratça kesip koparmak için yaklaşık bir yüzyıldır gösterdikleri çaba kendi yok oluşlarıyla sonuçlanacak, bunu çok iyi biliyorum. Akıbetleri, Kur’an’da feci sonları anlatılan kavimlerin akıbetine benzeyecek. Tarihin yasasını koyana nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum.

Batı’nın kilisesi vardı. Kilisenin muhaliflerine aforoz ve engizisyonu, sevdiklerine endüljansı vardı. Kilise akla ve sağduyuya, tefekküre ve insana sırtını dönmüştü. Sonuçta Batı, laisizmi icad etti ve Papa’nın elinden “iki kılıç”tan birini, dünyayı temsil edenini aldı.

Batıda laisizm devletle kilisenin arasını ayırmak için icat edilmişti.

Bizim Batıcılarımız laikliği alınabilir aktarılabilir bir şey sandılar. Aslında onlar kültürlerin bir coğrafyadan diğerine bir bavul taşır gibi taşınabileceği zehabına kapılmıştılar. Bir milletin, tarihin bir zaman ve mekanında yaşadığı tecrübe, bir başka milletin kendi zaman ve mekanında aynen tekrarlanamazdı. Bu, tarihin, sosyolojinin, aklın yasalarına aykırıydı.

Fakat batıcı seçkinler olmazı oldurmaya çalıştılar. Bunun için her şeyi ama her şeyi yerinden ettiler. Toplum mühendisliğine kalkıp yeni bir tarih, yeni bir kültür, yeni bir inanç sistemi, yeni bir zaman, yeni bir mekan ve yeni bir insan “yaratmaya” kalktılar. Bu tropikal bir bitkiyi, Sibirya’da yetiştirmek istemeye benziyordu.

Laisizmi aldılar ve getirdiler. Fakat onun olmazsa olmazı olan kilise bu topraklarda yoktu. Yine onun tarihsel arka planı olan Hıristiyan orta çağı yoktu. Dahası, papa yoktu, iki kılıç yoktu, engizisyon yoktu, akla sırt çeviren bir Pavlus dini yoktu.

Kilise olmayınca, getirilen laisizm ne ile neyin arasını ayıracaktı?

Bizim batıcılarımız ne Batıyı biliyorlardı, ne Doğuyu. Ne Hıristiyanlığı tam anlamıyla kavramıştılar, ne kendi topraklarının dini olan İslam’ı. Ne kiliseye mensuptular, ne camiye?

Ellerinde kalan laiklikle ille de bir şeyi bir şeyden ayıracaklardı ya, elde devletten ayıracak bir kilise olmayınca kilisenin yerine yapılabilecek en büyük yanlışı yaparak “dini” ve “Allah”ı koydular.

Evet, bu ülkede laisizm devletten ayıracak bir kilise olmadığı için devleti “dinden” ve “Allah’tan” koparmanın adı oldu.

Devlet, servet, güç ve iktidar demektir. Servetin ve gücün temerküz ettiği bu üst kurum, tarih boyunca şeytanın göz koyduğu kurum olmuştur. Çünkü şeytanlar gücün, iktidarın ve paranın temerküz ettiği yere akın ederler. İnsanları bunlarla ayartır, bunlarla baştan çıkarırlar.

Ahlaka en çok ihtiyaç duyulan yerler, servet ve iktidarın temerküz ettiği yerlerdir. Çünkü buralar ahlaksızlığın en çok işlenmeye müsait olduğu zeminlerdir. Paranın, gücün, silahın, servetin olduğu yerde insanı azmanlaşmaktan, haddini aşmaktan, kendini kaybetmekten, etrafına zarar vermekten, başkalarına zulmetmekten koruyan bir “ahlak sistemi” yoksa orada iktidar insani olmaktan çıkıp şeytanileşmiştir.

Ahlak sistemi?

Dinden ve imandan bağımsız bir ahlak sistemi düşünülebilir mi? Yok böyle bir örnek. Kimse bana kimi bireylerin tek tek, bir sistemden yoksun “ahlaki davranışlarını” örnek göstermesin. Bunun tartışmasını bu köşede tam beş yazıyla yapmıştık. “Kayıtlı ahlak”tan değil “kayıtsız/şartsız ahlak”tan söz ediyorum.

Devleti kendisinden ayıracak bir kilise bulamadıkları için dinden ve Allah’tan koparanlar, şimdilerde ektiklerini biçiyorlar. Bu tarihi yanılgının bu toplumun önüne çıkaracağı fatura hiç kimsenin ödeyemeyeceği kadar ağır olacaktır. Bugün gördükleriniz, eğer dönülmezse, daha ileride göreceklerinizin zekatı bile etmez.

Allah’a karşı savaş açıp da başarılı olmuş bir örneğe geçmişte rastlamıyoruz. Bize de, Allah’a savaş açanları açtıkları savaşla baş başa bırakıp risk alanlarından uzak durmak düşüyor. Çünkü Allah kendini savunacaktır. Fakat O kendini kimin eliyle savunursa, kendine savaş açanlardan aldıklarını ona verecektir. Bu bir yasadır.

Bana gelince? Ben, dağı taşa tutanların çılgınlığına sadece gülüyorum.

Adını “ekonomik kriz”, “siyasal kriz” koydukları krizlerin aslında “insan krizi” olduğunu biliyorum. İnsan krizinin de dinden, imandan ve Allah’tan bağımsız çözülemeyeceğine inanıyorum.

Ben Allah’a savaş açanlardan teberri ediyor, onlardan beri olduğuma tanıklar tedarik etmeye çaba gösteriyorum. Allah’ın gazabından korkuyor ve O’na savaş açanlarla birlikte yaşamanın, bir riski peşinen kabullenmek olduğunu biliyorum. Ama içimi ferahlatan hep Kur’an’ın şu müjdesi oluyor:

“Kim Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olursa, O onun için bir çıkış yolu açacaktır.”

Yorum Yaz