Danıştay kararları karikatürlerin neresinde duruyor?

Danıştay’dan çıkan iki karar, lanetli karikatürlere verilmiş yerel bir destek gibi duruyor.

Birincisi, Danıştay 2. Dairesinin aldığı akıllara ziyan karar. Bir anaokulu öğretmeni olan Aytaç Kılınç, kimliği başörtülü olduğu için müdire olarak atandığı okula alınmıyor. Sonra başka bir okula atanıyor. Yerel mahkeme göreve iade kararı alıyor. Karar temyiz ediliyor. Öğretmen okul içinde başı açık olduğu halde, okul dışında yönetmeliklere aykırı davrandığı, dolayısıyla “yaşı küçük olan öğrencilere kötü örnek olduğu” gerekçesiyle yerel mahkemenin iade kararı Yargıtay ilgili daire tarafından bozuluyor.

Bu bozma kararıyla, inanca yönelik yasak ilk kez sokağa taşınmış oluyor.

İkincisi, Danıştay 8. Dairesi’nin aldığı Meslek Liselilerin (tabi ki İmam Hatiplilerin de) mağduriyetini gidermeye yönelik yatay geçişi kolaylaştıran Açık Öğretim Yönetmeliği’ne ilişkin yürütmeyi durdurma kararı.

İki karar da, hatırlanmaması gereken bir kabus gibi ülkenin başına çöken 28 Şubat sürecinin alttan alta devam ettiğini hatırlatıyor.

Bu köşenin müdavimleri hatırlayacaklardır: Oryantalizmi hep ikiye ayırırız: 1. Yabancı/Batılıların ürettiği “eski Oryantalizm”, 2. Yersiz/Batıcıların ürettiği “yeni Oryantalizm”. 28 Şubat süreci, içeriden üretilen “yeni Oryantalizm”in son atağıydı.

Peki, bu süreçle, sipariş verilerek başlatıldığı artık herkes tarafından bilinen İslam’a ve Müslümanlara karikatürlü saldırının bir ilgisi var mı?

Bu soruyu doğru cevaplamak için, hafızalarımızı tazelememiz lazım. 28 Şubat süreci, lafı eğip bükmeden konuşacaksak, İslam’a karşı girişilmiş bir projeydi. “Top Yekun Savaş” manşetlerini nasıl unuturuz? Bir numaralı tehdit ilan edilen İslam, “irtica” kod adıyla top yekun saldırıya maruz kalmıştı.

28 Şubat kararları adı altında alınan kararların hemen tamamı, bu ülkede dini azaltmayı amaçlıyordu. Bu kararlar alındıktan sonra, korkunç bir “psikolojik savaş” başlatılmıştı. Kalkancı’lar piyasaya sürülmüş, yatak odalarının kapıları kırılmış, Müslümanların ne vahşi şeyler olduğunu belgeleyen mezar evler bir bir ortaya çıkarılmıştı.

Bu arada psikolojik harbin bir boyutu olarak ortaya bir kitapçık sürülmüştü. Kitapçık “Şeriat mı, Laiklik mi?” adını taşıyordu. Yayınevi yerinde, askeri bürokrasiye ait bir kurumun adı yazıyordu. Bu kitapçık karikatürler gibi kutsalın kaynağına, yani yalnız peygambere değil Allah’a hakaret ediyordu. Kahir ekseriyeti Müslüman olan bu ülkede insanları Tanrı’nın değil, Tanrı’yı insanların yarattığı savı dillendiriliyordu. Din, toplum tarafından uydurulmuştu. (s. 33) Tanrı’sına beş vakit ayıran Türk insanından bir talebi vardı “küfür” dolu kitapçığın: “bir vakit de Atasına ayırması” (s. 51).

Gelen yoğun tepkiler üzerine kitapçık piyasadan çekildi. İlgili birimden günler sonra yarım ağız bir yalanlama geldi.

Fakat başlatılan bu “psikolojik savaş” durmadı. Kitapçığın oluşturduğu puslu havada Milliyet Pazar eki, karikatür sürecine arkadan katılan diğer gazeteler gibi yaparak katıldı. “Kur’an’ı tartışmaya açmaktan”, “İslam’la hesaplaşmaktan” söz ediyordu. (5 Temmuz 99). Müslümanların kutsallarını karalama kampanyasına Cumhuriyet, Nuri Kurtcebe imzalı bir karikatürle tüy dikti (7 Temmuz 99). İğrenç ve sapık karikatürde, çöp tenekesindeki şehadet kelimesi (eşhedü en-lailahe illallah…) bir hoca tarafından bir çocuğun kafasına boca ediliyordu. Şehadet kelimesi, Müslümanların tüm kutsallarının imzasıydı. Bir kişi İslam’a onunla girerdi.

28 Şubat sürecinde İslam’ın kutsallarına karşı açılan bu çirkin savaşın, Danimarka’daki karikatürlerden hiç de geri kalır yanı yoktu. Hatta fazlası vardı. İşte bu meş’um süreç kendisine başörtüsüyle ve İmam-Hatip’lerle mücadeleyi iş edinmişti.

Danıştay’ın birbiri ardına aldığı iki karar da, artık bu milletin unutmak istediği bir kabus olan bu süreci hatırlatıyor.

Oryantalizmin efendileri, global bir 28 Şubat olan 11 Eylül sürecini, İslam’a karşı top yekun savaşa dönüştüreceklerinin işaretlerini veriyorlar. İhale açılarak çizdirilen karikatürler bu organize işlerin parçası. Düne kadar içimizden çıkan devşirmelerini kullanıyorlardı. Salman Rüşdi ve Teslime Nesrin bunlardan sadece iki örnekti. Şimdi ise artık taşeron kullanmıyorlar. Oryantalizmin son numarası “küfür”. Dante’nin İlahi Komedya’sını oynuyor Dante’nin küfürperest çocukları.

Avrupa’nın yeni Yahudileri Müslümanlar, bu kesin. Bir Hitler’i eksik.

İsveç’te Müslüman bir hanımın, uzun yıllar kaldığı ülkeden oturum izni talebini reddeden mahkemenin gerekçesini biliyor musunuz: “Davacının 6 yıl boyunca İsveç’te yaşamasına rağmen hâlâ başını örtmeye devam ettiği, bu tavrının, onun İsveç değerlerini özümsememiş olduğunu gösterdiği…”

Haydi onlar, kendi bilinçaltlarıyla hareket diyorlar? Ya Oryantalizmi içeriden üretenler hangi bilinçaltıyla hareket ediyorlar? İsveçli hakimlerin derdini anlıyoruz: Onlar için Müslümanlar düşman-öteki. Ya bu kararlara imza atanların derdi ne?

Kim giydirdi sırtımıza bu deli gömleğini yahu?

 

Yorum Yaz