“Devlet sahipsiz değil”; ya millet?

Eskişehirli iş adamı Ercüment Öztürk’ün başına gelenleri geçen hafta köşeme taşımıştım.

Eskişehir otogarından, kendilerinin Terörle Mücadele Şubesi’nden olduğunu söyleyen silahlı üç kişi tarafından güpegündüz bir arabada sorguya alınmış, ardından ıssız bir tarlaya götürülerek elleri ayakları bağlanıp zehirli tarım ilacı içirilmişti.

Ercüment Öztürk, bir süre ölümle cedelleştikten sonra yol kenarına kadar yuvarlanmayı başarır ve kendisini gören birileri hastaneye kaldırırlar.

Ercüment Öztürk şu anda hayati tehlikeyi atlatmış durumda. Kendisiyle, başından geçen elim hadiseyi konuştuğumuzda, ilginç şeyler anlatıyor.

İlk ifadeyi almak için nöbetçi savcı hastanedeki odasına geliyor. Öztürk’ün burnunda ve ağzında sondalar, kolunda serum vardır. Gırtlağını zehir yaktığı için güçlükle konuşmaktadır. Fakat ilginç olan savcının ifadeyi emniyet müdürüyle birlikte almasıdır!

Nedir bunun anlamı?

Emniyet mensuplarının zanlı olduğu bir davada, Emniyet Müdürü nasıl olur da savcı ifade alırken, yarı-koma halindeki davalının ifadesine müdahalede bulunur?

Savcı, Öztürk’ün ağzından aldığı her cümleyi Emniyet Müdürü’nün süzgecinden geçirip öyle kaydetmektedir. Öztürk, kendisine zehir içirenlerin “Biz Terörle Mücadele Şubesi’ndeniz” dediklerini ve silahlarını gördüğünü söyler. Savcı polis olduklarından emin olup olmadığını sorar. Öztürk, onların beyanına göre kanaatinin bu olduğunu, fakat bu konuda kesin bir şey söyleme durumunda olmadığını ifade eder. Savcı tutanağa “Kesinlikle polisti diyemem” yazdırır.

Savcı sorar: “Namaz kılıyor musun?” Öztürk, bu münasebetsiz soruya bir anlam veremez fakat doğru cevabı verir: “Evet”. Öztürk’ün beyanına göre, savcının tutanağına bu ifade “Ben beş vakit namazında abdestinde bir insanım” şeklinde geçer. Öztürk, tutanağı imzalamadan bunun olayla ilgisini anlayamadığını ve kendisinin beyanının da savcının sorusu üzerine sadece “evet”ten ibaret olduğunu söyler, fakat yarı canlı bir adamın ne kadar direneceği belli…

Bir ara Emniyet Müdürü, üç-beş sonda ve hortumun altında canıyla uğraşan Öztürk’ten “Polisin karalanmaması”nı ister. Öztürk diyor ki: O anda var gücümü toplayıp dedim ki, “Bakınız beyefendi; benim polisi karalamak ya da aklamak gibi bir amacım yok. Bana yönelik bir cinayet teşebbüsünün kurbanıyım; tek isteğim olayın faillerini bulmanız!”

Yarım kalmış cinayet teşebbüsünün kurbanı Ercüment Öztürk’ün anlattıkları bunlarla sınırlı değil. Fakat sistemdeki çarpıklığı görmek için bu kadarı bile yeterli.

Devlete karşı suç işlersen, affedilmez bir cürüm: Diri diri mezara girersin.

Fakat devlet adına suç işlersen, Hindistan’ın ineklerinden daha kutsal bir dokunulmazlığa sahipsin.

Devlet deyince akan sular duruyor. En “sosyal”, en “demokrat siyasilerimiz bile, hâlâ Fransız Devrimi’nin jakoben jargonunu kullanıyorlar:

“Devletle kimse başa çıkamaz!”

“Devlet kendini savunur!”

“Devlet sahipsiz değildir!”

Ağzından geçirilen ip ensesine bağlanıp boğazına zehir akıtılan “devlet” değil ki; millet, milletin bir ferdi.

Sorun, milletin kendini nasıl savunacağı, devletin değil. Sorun millete kimin sahip çıkacağı.

Maşallah, devletin o kadar çok sahibi var ki!

Darısı milletin başına.

Bakan Türk’ün açıklaması

Adalet Bakanı Sayın Hikmet Sami Türk, “Sayın Tantan, Sayın Türk; Devlet vatandaşına zehir içirmez, deyin lütfen!” başlıklı yazımdan dolayı aradı.

Sayın bakan, gelişmelerden ayrıntısına varana dek haberdar olduğunu, konuyla ilgili savcılığa talimat verdiğini ve olayın aydınlanması için elinden gelen her şeyi yapacağını ifade etti.

Sayın Bakan’dan, bu korkunç olayın faillerinin bulunması için tekrar ricada bulundum. İyi niyetli çabaların mutlaka sonuç vereceğine olan umudumu ifade ettim. Bu arada Sayın Tantan’dan bir haber çıkmadığını da okuyucularıma duyurmak isterim.

Umarım, bu son fail-i meçhul teşebbüsü olur.

Umarım, millet de bir gün sahibini bulur.

( 5 Ocak 2001 )

 

Yorum Yaz