Devletin imanı adalettir

İşte bu nedenle başta Şeyhülislam İbn Teymiyye olmak üzere birçok alime, şu söz nispet edilir: “Devlet küfürle değil zulümle yıkılır”.

Devletin savcısı devletin mahkemesine sunmak için, devletin bazı memurlarının suç işlediği iddiasıyla bir iddianame hazırlıyor.

Adı üstünde, “iddianame” bu. Yani “ispatname” değil. İspat mahkemenin işi. Savcının işi, iddia etmek ve iddiasını ispatlamak için bulabildiği tüm delilleri dosyaya koymak. Bu bilgiler arasında, ilk defa üst düzey bir üniformalı memur da var. Üniformalı da olsa, neticede memur. “Memur” demek, “milletin hizmet ve emrine âmâde” demek. Zaten maaşlarını da bu millet, kendi emrine âmâde olup hizmetinde bulunduğu için ödüyor.

İlk defa, “Üniformalı memur da, suç işlemişse yargılanabilir” diyen bir iddianame hazırlandı. Daha önce cesur savcılar çıkmadı değil. Fakat hevesleri kursaklarında bırakıldı. İşte, Adana eski Cumhuriyet Savcısı Sacit Kayasu’nun başına gelenler. 12 Eylül darbecileri için iddianame hazırlığına girişti diye, savcılıktan atmakla kalmadılar. YAŞ-zedelere yaptıkları gibi, açlığa mahkum etmeye kalktılar. Kayasu, avukatlık bile yapamadı.

Bunun anlamı şu: “Seni sevmeyen açlıktan ölsün”.

İşte cayırtı bu nedenle koptu. İşin garibi, üniformalı bir memurun adı geçti diye cayırtı kopartanlar askerler değil, siviller. Üstelik, adaleti, özgürlüğü ve sivil hakları savunması gereken medya. Ört ki ölem!

Şu manzaraya bakın! Dünyada başka bir yerde zor bulunur bir medyaya sahibiz. Kraldan çok kralcı, askerden çok askerci bir medya… Tabii ki, malum medyadan söz ediyoruz. Askere darbe yaptıran, darbelerin ertesinde darbecilerin postalını yalayan, bununla kalmayıp darbecilere meccani servis yapıyor. Ve tabii, sofradan kalan kırıntılar da, hizmet ve sus payı olarak bu “haki-sever” medyanın önüne atılıyor.

Geçmişte bir Mustafa Muğlalı olayı var. Hani Ahmet Arif’in “33 Kurşun” şiiri var ya? O şiirde acıklı hikayeleri anlatılan 33 Güneydoğulu vatandaş. Bu 33 köylü vatandaş, bölgede karın doyuran tek işi yapıyorlar: Katır sırtında sınır kaçakçılığı. Kaçak ticaret, İran-Türkiye arasında yapılıyor.

General Mustafa Muğlalı. Paşa dedin mi, akar sular duruyor. Zaten içindeki insan, hayvan, çoluk çocuk ne varsa tümüyle birlikte ateşe verilen Dersim’in acısı, hafızalarda hâlâ taze. Hâlâ olay mahallinden yakılmış insan eti kokusu geliyor.

30 Temmuz 1943 sabahı, Muğlalı Paşa’nın emriyle bu vatandaşlar kurşuna diziliyorlar. Sayısız yargısız infaza 33 kurban daha. Paşa’nın kurşunlattıklarından biri 13 yaşında bir çocuk. “Kurşuna dizin” emri verilen manga, işini yaptıktan sonra birliğine bir marş eşliğinde dönüyor: “Dağ başını duman almış gümüş dere durmaz akar”.

Paşa’nın yakasına kimse yapışmıyor. İnönü’nün devr-i saadetleridir (!) devir. Tek parti diktasının buz gibi karanlığı çökmüş memlekete. İnsan kanı en ucuz kan. Bırakınız yakasına yapışmayı, İsmet Paşa, üniformalı memurunu cinayetle yargılamak yerine, 1945 yılında Van’a düzenlediği gezide Muğlalı’yı koluna takarak geziyor. Askeri mahkemede dava açılır. Olayın tanıklarından Yzb. Dr. Reşit Ersever’in ifadesine göre Muğlalı sonuna kadar inkar eder. En sonunda itiraf eder, fakat bu bir işe yaramaz. Çünkü o, imtiyazlıdır.

Demokrat Parti iktidar olur. Ülkede hava millet lehine döner. Ve nihayet devlet, 33 kişinin kanına giren Paşa hakkında, ancak 1956’da Meclis soruşturması açar. Allem edilir kalem edilir, sonunda 6-7 Eylül olaylarının tozu dumanı arasında soruşturma cezai bir davaya dönüşemeden kapatılır.

Eski subay sonradan CHP milletvekili Kenan Esengin, Muğlalı Paşa’yı yere göğe sığdıramadığı yazısında şu bilgileri verir:

“…Sayın Muğlalı’nın bazı özellikleri de vardı. Boyunu biraz uzatmak için ayakkabılarının topuğu normalden yüksekti. Saçlarını alabros kestirirdi. İnce bıyıklarının uçları sivri ve dikti (demek ki o zamanlar henüz kazı-kazan kampanyalarıyla ABD’ye uyumlu hale getirilmemiş olan güvenlik güçlerinde bıyıklı generaller vardı A.Ç.) Küçük kadehine konulan rakısının üzerine limon sıkarak içerdi. Ben ona hep Menemen ayaklamasında, asteğmen Kubilay’ı alçakça şehid eden yobazları asan, mert, cesur ve devrimci kararların sahibi Muğlalı gözü ile bakıyor, kendisine hayranlık ve saygı duyuyordum.”

Evet, okuduğunuz gibi, 33 kurşun, Muğlalı Paşa’nın ilk cinayeti değildi. Yargısız cinayetten önce, yargılı bir cinayete imza atmıştır bu General. Menemen provokasyonunun ardından, olayla hiç alakası olmayan, sağdan soldan toplanmış rejim muhaliflerinden 28’ini darağacına çekmiştir.

Bu ülkede hukuk herkes için uygulanmadıkça, bu ülke ne hukuk devleti olur, ne cumhuriyet ve ne de demokrasi. Her toplumun en büyük özlemi, Alemlere Rahmet Hz. Muhammed’in; “Vallahi, çalan kızım Fatıma da olsa, elini keserdim” diyen imtiyazsız ve adil topluma ulaşmak olmalıdır. Zira devletin îmânı adaletti.

Yorum Yaz