Dinsel taciz

Başörtüsü zulmü, bütün yurtta, tüm insani, ahlaki ve evrensel hukuki değerler çiğnenerek sürdürülüyor. Gün geçmiyor ki, gözü yaşlı bir Müslüman öğrenci ya da memureyle karşılaşmayalım.

Ağlayın, diyorum onlara; ağlayın ki anladığınız, hissettiğiniz, dahası yaşadığınız belli olsun. Ağlayın ki, korsanların karaya oturttuğu gemiyi yüzdürecek su yükselsin. Ağlayın ki, belki sizin gözyaşlarınız, birilerinin çöle dönmüş yüreğine rahmet sağanağı gibi iner de, acınızı birazcık olsun hissederler.

Sözün burasında, Bursa’nın kahraman kızlarına, minnet, şükran ve takdir borcumu, gecikerek de olsa eda etmek isterim. O gencecik fidanların, kimliklerine uzanan ellere karşı gösterdikleri tepki, her türlü takdirin üzerindedir. Kaldı ki, ben sen o, hiç kimse, hiç birimiz takdir etmesek ne yazar? Eğer siz, ne yaptığınızı, niçin yaptığınızı biliyorsanız, gerisi ne gam! Hem Kur’an öyle demiyor mu: “Allah de, bırak gerisini, daldıkları çamurda oynayadursunlar!”

Kendilerini “devlet” yerine koyanlar, mağandaca güdülerini Müslüman kızların ve kadınların bedenleri üzerinde tatmin etmeye koşuyorlar. Bu günlerde bir “maço”luk tartışmasıdır gidiyor. Bu ülkede en büyük maço “sistem”dir; vatandaşın bedenini istediği gibi kullanma hakkını, ona “dinsel taciz” uygulama hakkını kendinde gören sistem?

Kur’an’ın Müslüman kadına emrettiği tesettürün bir parçası olan başörtüsü, bir kimlik ve kişilik sembolüdür. Tesettür yükümlülüğü getiren Kur’an ayetlerinden biri, bu emrin iki illetinden biri olarak “tanınma”yı göstermiştir. (33:59) Ayette, bu illet için kullanılan fiil “a-r-f” kökünden türetilmiştir. Örf, tarif, muarefe, irfan, tearuf, arif, marifet, hep aynı anlam alanına giren kelimelerdir. Bu kökten gelen tüm terim ve kavramlar, kültür ve sosyal davranışla bire bir ilişkili olup, tam manasıyla “sosyal kimliğe” bir atıftırlar.

Şu bir gerçektir ki, bir toplumun sosyal davranış kodlarında, kimlikler genellikle sembollerle (şiar) ifade edilir. Bu nedenle, nasıl ki devletlerin egemenlik sembolü “bayrak” ise, Müslüman kadının özgürlük sembolü de “başörtüsü”dür. Başörtüsü yalınkat bir farz değil, ondan daha da öte, Müslüman bireyin kendini ifade biçimidir. Aynı zamanda, Müslüman kadını diğerlerinden ayıran bir “alamet-i farika”dır. Aynı ayette belirtilen ikinci illet olan “taciz edilmeme”, sözgelimi, başörtüsü olmadan da gerçekleşse dahi, “tanınma” illeti, ebedi olarak, her hal ve şartta kıyamete kadar devam edecek bir illettir ve bu illetle hüküm arasında zorunlu ve vazgeçilemez bir bağ bulunmaktadır.

Kendi ‘hali pür-melalini’ meşrulaştırmak, birileri nezdinde itibar kaybetmemek, “Kitab’a uymak” yerine “kitabına uydurmak”, sipariş usulü fetva vermek isteyenlerin “hık-mık” etmelerine bakmayın siz; tarihe bakın!

Allah, kendisini kullanmak isteyen nicelerini kullanıp tarihin çöp tenekesine fırlatmıştır. Bu günler geçtiğinde, ortalıktan toz duman çekilip, bulandırılan suyun dibi daha net göründüğünde; bulanık suda balık avlamak için suyu bulandıranların “av” olup avlandıklarını; balıklarınsa, bir şekilde özgür sulara açılarak varlıklarını sürdürdüklerini müşahede edeceksiniz.

Yeter ki, çocuklarına onursuz ve kimliksiz bir diploma yerine, onurlu ve kimlik uğruna verilmiş bir mücadeleyi miras bırakacak anne adayları, anneler bulunsun. Son nefesini verirken dahi, “Özgürlük!” diye haykıran hangi “cesuryüreğin” çığlığı, özgürlük düşmanlarını alaşağı etmemiş ki; masum kız çocuklarının ve kadınların “Özgürlük!” çığlıkları, onları boğmaya çalışanları alaşağı etmesin?

FP’ye de bir çift sözüm var: FP çizgisi, başarısını başörtülü kadınların -hesabi değil- hasbi çabalarına borçludur. Bunun ne kadar böyle olduğunu, en yakınlarımızdan biliyoruz. Başörtülü kadın aday almamaya, partinin en yetkili ismi “gerginliği daha fazla tırmandırmama”yı gerekçe olarak gösteriyordu. Hiç düşünmediniz mi siz; bugüne kadar canlarını dişlerine takarak FP çizgisini zirveye taşıyan başörtülü kadınlar da, aynı gerekçeyi kullanıp “gerginliği daha fazla tırmandırmamak için, bu kez desteğimizi FP’den çekiyoruz” derlerse ya?

Beni irkilten şu ayetin, sizi de irkiltmesini temenni ediyorum: “Allah, mü’minleri, sizin yaşadığınız hayat tarzı üzere bırakacak değildir: Sonunda Allah iyiyi kötüden ayıracaktır.”

( 12 Şubat 1999 )

Yorum Yaz