Dreyfus’lar burada Zola’lar nerede?

Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM), “bir astsubay” hakkında, namaz kıldığı için verilen ordudan ihraç kararını onayladı. Bu “askeri yargı” sürecinin son halkası.

Bundan önce iki halka daha var. Birincisinde “astsubay” (Adı yok, niye yok, onu malum medyamızın görev bilincine havale edelim) ordudan sorgusuz sualsiz atılıyor. Yargı yok, mahkeme yok, hüküm yok. “Atılacak, at!”, o kadar. Ardından askeri mahkeme ve karar “beraat”. Sürecin son halkasında AYİM’in ihraca onay veren kararı var.

Suç belli: Resmi üniformayla namaz kılmak.

Kanunsuz suç olmaz. Hukukun en temel kurallarından biri bu. Peki, namaz kılmayı suç sayan bir kanun ya da tüzük var mı? Yok. Üniformalı kılmayı yasaklayan bir hüküm? O da yok. Zaten bu gülünç olurdu. Din gömlek değil ki. Kimse, “Üniforma giydinse dini çıkar” diyemez. Evet, ortada suç görünmüyor ama koskoca bir ceza var.

Şimdiye kadar bu yolla askerlikten ihraç edilen subay astsubay sayısı birkaç bini buldu. Fakat onların şanssızlığı “namaz kıldıkları için” ya da “eşlerinin başı örtülü olduğu için” ihraç edildiklerinin itiraf edilmemesiydi. Adeta takıyye yapıldı. Başarı ve liyakat ödülü almış olanlar, “disiplinsizlik” gerekçesiyle kapı önüne konuldu.

Disiplinsizlik…

Bu kelime maymuncuk işlevi görüyordu. Meslek askerlik olunca, disiplin de “farz” oluyordu. Değil mi ki “disiplinsiz”, akan sular duruyor, kimse ağzını açamıyordu.

Şimdi ilk defa gerçek gerekçeli bir karar var önümüzde. “Bir astsubay”ın namaz kıldığı için ordudan ihraç edildiğini belgeleyen bir AYİM kararı.

Gerekçesi de var, fakat bu gerekçenin özrü kabahatinden büyük. Buna göre üniforma ile namaz kılmak “ideolojik faaliyet” sayılıyor.

Bu yaklaşım vahim bir çelişkiyi ortaya seriyor. Dinin siyasete alet edilmesinden yerli yersiz dem vuranlar, dini ideolojiyle eşitlemiş olmadılar mı? Bu ne yaman çelişki? Üniformalı namaz “ideolojik faaliyet” mi Allah aşkına? İbadet yapmak ne zamandan beri ideolojik faaliyet olarak adlandırılır oldu?

Namaz ideolojik faaliyetse, namaz kılmamak da ideolojik bir karşıtlık değil mi? O halde “bînamazlık” hangi ideolojiye mensubiyeti temsil eder? Mahkeme mefhumu muhalifinden buna da karar vermiş olmuyor mu?

Namaz ibadetini “ideolojik faaliyet” olarak görüp, bunu da meslekten ihraç kararına gerekçe yapan bir mahkeme, bu toplumun dörtte üçünü ideolojik hasım, dolayısıyla suçlu olarak görmüş olmaz mı? Çünkü yapılan bir ankette toplumu oluşturan erkeklerin en az dörtte üçü Cuma namazı kılıyor.

Bu akla ziyan bir durumdur ve hukukun çıldırmasıdır. Bir an evvel bu yanlış yoldan dönülmeli ve hukuk girdiği bitkisel hayattan ifakat bularak kurtarılmalıdır.

“Dreyfus Davası” dünya hukuk tarihine “yargı cinayeti” olarak geçti. Fransa’da Yahudi bir subay olan Alfred Dreyfus (öl. 1935), sırf ırkından dolayı bir hukuk cinayetine kurban gitmişti. Fakat Emile Zola gibi namuslu bir aydın sesini yükseltti ve tarihe geçen o ünlü “İtham Ediyorum” adlı manifestosunu kaleme aldı. “Aydın” terimi, ilk kez Dreyfus’u savunanlar için kullanıldı. Türk aydını “aydın” olmayı resmi ideolojinin bir ulufesi olmaktan çıkarıp alnının teriyle hak etmek istiyorsa, içerisinden Zola’lar çıkarmak zorundadır.

Türkiye’de Dreyfus’lar çok, fakat nedense Zola’lar yok. Ya sesleri cılız çıktı, ya hiç çıkmadı. Sesi çıkanları da 28 Şubat sürecinde bir biçimde susturdular.

Ama şimdi hukuku savunan herkes bu haksızlığın üzerine gitmeli. Bu olay bu ülkedeki hukuk ihlallerinin sonuncusu olmalı. Kimse yargısız, sorgusuz, sualsiz keyfi ithamlarla ekmeğinden, itibarından, işinden ve mesleğinden edilememeli. Hukukun işi, insanların hayatlarıyla böylesine keyfi bir biçimde oynamak değil, bunu yapanların yakasına yapışmak olmalı.

Dreyfus’lar burada, Zola’lar nerede?

 

Yorum Yaz