Dublör kullanmıyorum

Söz vaktinde açılır, derler: İki yıl önce tam bu mevsimdi. O zamanki Genel Yayın Yönetmenimiz telefondaydı. Beni, tatilimi geçirdiğim ilçede arayıp buldurmuştu.

“Üstad” dedi, “garip bir durumla karşı karşıyayız. Kendisini ‘Ben gazeteci-yazar Mustafa İslamoğlu’ diye tanıtan biri, ünlü medya muhabiri Musa Ağacık’ı arayıp ağzı açılmadık küfürler ve hakaretler etmiş. Musa Ağacık beni aradı ve durumu bildirdi, telefondaki sesi kaydetmiş, sesin size ait olmadığı açık. Ben ‘Bu işte mutlaka bir yanlışlık var’ dedim. Bir ararsanız çok iyi olur” dedi.

Tabii ki aradım Sayın Ağacık’ı. Adice bir tertipti. O teselli buldu, fakat ben hem onun adına, hem kendi adıma üzüldüm ve şaşırdım. Demek ki, kulağıma gelen kimi söylentiler doğruymuş dedim. Daha önce birinin benim kitaplarımı, benim adıma imzaladığını duymuştum. Hatta bir taksiye binip “Ben falancayım” diyerek para ödemediğini vs.

Bu olayın üzerinden çok geçmedi. Adım Prodüksiyon Müdürü sevgili Hakan Saruhan’a MGV çevresinden bir okurum telefon eder ve kendisini “Ben yazar Mustafa İslamoğlu” diye tanıtan birinin, telefonda kendilerine Ramazan kumanyası satmak istediğini, sesin muhatabıyla yüz yüze gelince bunun bir sahtekarlık olduğunu anladığını ve durumu bildirmek için aradığını haber verir.

Benim hâlâ hiçbir şeyden haberim yok. Hakan Bey verilen numarayı arar, kiminle görüştüğünü sorar, karşıdaki tereddütsüz cevap verir:

“-Ben gazeteci-Yazar Mustafa İslamoğlu!”

“-Hocam, ben sizin okuyucunuzum, görüşmek istiyorum.”

“-Buyursunlar, bekliyorum.”

“-Son çıkan kitabınız Hac Risalesi etrafında hem konuşmak, hem de bir imza almak istiyorum.”

“-Hay hay!”

Hakan Bey gider. Çakırkeyf olan sahte dublörüm renk vermeden rolünü oynarken söz öyle bir noktaya gelir ki, Hakan Bey daha fazla dayanamayarak sahtekarlığını yüzüne vurur. Dublörümüz profesyoneldir; o ana kadar asıl adı ve soyadının “Mustafa İslamoğlu” (“gazeteci-yazar” sıfatları, her seferinde, sormadan isme bitişik bir unvan gibi tekrarlanmaktadır) olduğunu söylerken, kendisinden kimlik istenmesi üzerine, hiç bozuntuya vermeden “müstear adım” demeye başlar. Allah’tan, bizim adımızı kullanarak kendilerine yanaştığı insanlardan kimileri oradadır ve bu mazeretinin de yalanlar zincirinden bir halka olduğu anlaşılır.

Sahtekarlık tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır.

O gün bu gündür dublörüm ortada görünmüyordu ve ben de “Sanırım sahtekarlığı ortaya çıkınca tevbekar oldu” diyerek olayın kapandığını düşünüyordum.

Fakat geçenlerde muhafazakar bir televizyon programına telefonla katıldığından son anda haberdar edildiğimde, icazetsiz dublörümün sesine yetişemesem de, ekrandaki “Mustafa İslamoğlu/ gazeteci-yazar” yazısına yetiştim. Gerçek bir klinik vakayla yüz yüze olduğum konusundaki kanaatim pekişmişti. Programın hemen ardından TV. kanalını aradığımda, yapımcı-yönetmen de şoke olmuştu: “Biz de gerçekten siz aradınız diye heyecanla canlı bağlantıyı gerçekleştirmiştik, nasıl da fark edemedik?” diye üzüntüsünü bildirdi. Hangi gazetede yazdığını sormayı akıl edememişler. Kendilerinden aldığım numarayı defalarca aramama rağmen cevap veren olmadı.

Bu arada, İslami içerikli yayınlar yapan bir radyoya da telefonla katılıp “Ben gazeteci-yazar Mustafa İslamoğlu” künyesi eşliğinde abuk-sabuk konuştuğu haberini aldım icazetsiz dublörümüzün.

Şimdiye kadar, adımın etrafında dönen bu sahtekarlığa bir notluk yer ayırmayı dahi zait addederken, işe bakın ki şimdi bir köşe ayırmak zorunda kaldım.

İstedim ki, sevgili okurlarım benim dublör kullanmadığımı bilsinler.

Nereden bilebilirdim kimi ambalajların üzerinde yer alan o klişe cümlenin bir gün gerekebileceğini?

“Taklitlerinden sakınınız!”

( 7 Temmuz 2000 )

 

Yorum Yaz