Eceli gelen YÖK yargı duvarına yestehler

Cerahat patladı. İyi de oldu. YÖK cerahatini patlatan yargı oldu. Ve yargı hükümetten daha cesur çıktı. Artık “… hakimler var” diye biten ünlü cümledeki noktaların yerine Van’ı koyacağız. Van’da hakimler var, diyeceğiz.

Aldığımız duyumlara göre, sırada daha başka üniversiteler de varmış. Van’daki üniversitede olup biten suiistimallere benzer usulsüzlük ve yolsuzlukların yapıldığı üniversiteler bunlar.

İşin temelinde ideolojik yaklaşım yatıyor. Katı bir biz-onlar ayrımına yaslanınca, ister istemez iş şuraya varıyor: Bizden olsun da çamurdan olsun. YÖK böyle dediği için çamura yattı. YÖK çamura yatınca, çamuru hamur diye yutturacağını sandı. Çamurun yüzünü ak edecekti zannınca. Oysa ki, kendisi çamura bulandı. Çamur oldu. Çamuru meşrulaştıramadı. Olanca tafrasına, imkanına, dokunulmazlığına rağmen yapamadı bunu.

Tabi ki YÖK’ten olup da çamurdan olanlar, bu tavra bakarak, durumdan vazife çıkardılar. YÖK yorganının kalınlığı, bazılarının kokusunu bastırmaya yetmedi. Yaptıklarımız yanımıza kalır diyerek, çamura battıkça battılar. Yetkilerini kötüye kullandılar. Üniversitelerin döner sermaye hortumlarını ellerine geçirerek, onunla eş-dost, hısım-akrabanın ambarını doldurdular. İhalelerde suiistimal yaptılar. Üniversite kadrolarını yakınlarıyla doldurdular. Üniversiteleri çiftlik olarak kullandılar.

Dikkat buyurursanız, bunlar arasında yüzyılın entelektüel soykırımı olan Başörtüsü yasağını dile getirmiyoruz. Üstüne vazife olmadığı halde, İmam-Hatiplere ve İmam-Hatiplilere karşı yapılan haksızlığı uygulamaya koymasını da saymıyoruz.

Evet, sonuç ortada. Aslında bu sonucu veren sistem, ideolojik aşiret yapısına dayanıyor. Ona yıllar önce kendini en bi hakiki Atatürkçü sayan bir Kemalist “Atatürk A.Ş.” adını vermişti. Bilirsiniz, İstanbul ilçelerinden birinde yıllar önce bir bürokrat rüşvet alırken suçüstü yakalanmıştı. Cürm-i meşhut halinde yakalanan bu adamın ilk sözü ne oldu, biliyor musunuz:

-Ben Atatürkçüyüm.

Artık “kelalaka” mı dersiniz, “münasiptir” mi dersiniz, ne derseniz deyin.

Benim oturduğum mahallede ana caddenin kenarında bir heykelci var. Adam heykel yapıp satarak ihya olmuş. Üzerinde dükkan açtığı arazi bölgenin en değerli arazilerinden. Meğer o arazinin bir kısmı veya tamamı hazineye aitmiş. Herif o araziyi gasbetmiş, elinden almak için harekete geçildiğinde, dozerin önüne dev bir Atatürk heykelini dikip malı götürmüş.

Haydi, aş aşabilirsen. Tabi ki araziye konmuş.

YÖK başkanı, Van üniversitesi rektörünü savunmayı Cumhuriyet’i savunmak olarak sunuyor. Ne âlâ memleket.

Peki, bu rektör ne için tutuklanmış?

Suiistimalden, yetkiyi kötüye kullanmaktan, tarihi eser kaçakçılığından ve fişlemeden.

Bunlar kanunlara göre suç. Bunları suç sayan kanunlar kimin kanunları? Elbette Cumhuriyet’in. Bu kanunları uygulayan mahkemeler de Cumhuriyet’in. Bu savcılar kimin savcıları? Cumhuriyet’in. Onu derdest edip adalete teslim eden kim? Cumhuriyet’in polis gücü.

Kanun Cumhuriyet’in, savcı Cumhuriyet’in, mahkeme Cumhuriyet’in, hâkim Cumhuriyet’in, polis Cumhuriyet’in? Peki, nasıl oluyor da sanığı savunmak Cumhuriyet’i savunmak oluyor? Bunu söyleyen kişi anayasa profesörü, iyi mi?

Bu nasıl mantık böyle? Nasıl tevil edelim bu sözü? Bu kadar çelişkili bir sözü zır cahil bile söylemez. Demek ki, ideolojik körlük insanı böyle mantık yoksulu yapıyor. Ağzından çıkan sözü kulağı duymaz hale getiriyor. Daha beteri, YÖK’ü, kanunlarda yasak olmasına rağmen yargıyı etkilemek için kalkışma anlamına gelen bir suça yöneltebiliyor.

YÖK suç işliyor. Şimdi mesele şu: “Bu ülkede herkes eşittir YÖK daha eşittir” anlayışı mı hakim olacak; yoksa adalet “YÖK devenin nalı” deyip, suç işleyenlerin yakasına yapışacak mı? Evet, bekleyip göreceğiz: Türkiye hukuk devleti mi, guguk devleti mi?

Yorum Yaz