Eğitimin temeli merhamettir(1)

Rahman suresini bilir misiniz?

Kur’an’da Allah’ın isimlerinden biriyle başlayan tek suredir. Mucizevi bir ses düzeni var. İnsanı yüreğinden yakalayarak alıp götüren bir ses bu. 31 kez “O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz?” sorusu geçiyor bu surede. Aslında bu 31 sorunun 31’i de ayrı ayrı vurguya sahip. Hemen kendinden önce anılan dolaysız veya dolaylı nimetlere vurgu yapıyor.

Surenin iç sesinin ulaştığı hayranlık verici armoni, anlamı kanatlandırıp göklere çekiyor. Efendimiz bu özelliğini beyan sadedinde “Kur’an’ın taçlı gelini” diyor bu sure için. Sure şöyle başlıyor:

Rahman?

Kur’an’ı o öğretti.

İnsanı O yarattı.

Ve insana kendini ifade etmeyi öğretti.

“Rahman”ın sonuna soru işareti koymam boşuna değil. Çünkü kuvvetle muhtemeldir ki bu giriş, Furkan 60’ta dile gelen inkârcı muhatapların “Rahman da neymiş?” itirazı sorusuna bir cevap olarak iniyor.

Evet, Mekke’nin inkârcı kodamanları Allah’ın “Rahman” ismini şiddetle inkâr ediyorlar. Oysaki bu ismi inkârın rasyonel bir açıklaması yok gibi gözüküyor. Hatta akıl kârı değil. Çünkü manası “Sonsuz rahmet kaynağı” demek. Rahmeti kim sevmez, merhamete muhatap olmayı kim istemez? İstemiyorlar işte. Rahmân, “fu’lân” vezninden. Bu veznin özelliği, “taşıdığı anlamın her türüyle öznesinin ağzına kadar dolu olması”dır. Yani, “rahmet ve merhametin, sevgi ve şefkatin her türüyle dolup taşan” anlamını veriyor.

İşte ilk inkârcı muhataplar böyle bir isimden rahatsızlar. Rahatsız ne kelime? Bunu duymak bile istemiyorlar. Mesela Hudeybiye Antlaşması sırasında Müşrik Mekke’nin diplomatik heyet başkanı Süheyl b. Amr’in tavrını hatırlayın. Allah Resulü antlaşmanın katibi Hz. Ali’ye “Yaz” diyor: “Bismillahirrahmanirrahim”. Süheyl’in itirazı hemen geliyor:

“Rahman da neymiş? Bismikallahümme yaz!”

Bu da olur. Ama o, “Rahman yazma da ne yazarsan yaz” havasında.

Bu itirazın görünen tarafında Rahman’ı Yemenlilerin iki ilahından biri sanmak gibi yanlış bir bilgi bulunuyor. Ama görünmeyen hakiki gerekçe, Allah’ın hayata müdahil olmasına itiraz. Çünkü Allah rahmeti sayesinde vahiyle ve peygamberlikle hayata müdahale ediyor. Onlar bunu istemiyorlar. Hayata müdahil olan, insana şahdamarından yakın olan bir Allah işlerine gelmiyor. Tam suçlu psikolojisi. İşlerine karışıp bulaşmayan bir İlah/Tanrı tasavvurundan hoşlanıyorlar. İşledikleri kepazelikleri görmeyecek kadar uzak bir İlah/Tanrı.

Zümer 3’te dile geldiği gibi “tek uzak olsun da, aracılı olsun” mantığı bu: “Biz başka bir sebeple değil, sadece bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye bu putlara kulluk ediyoruz.”

O’nun göklerin ilahı olmasına itirazları yok. Hatta taptıkları tüm baş ilah olmasına da… Aksine buna “iman” ediyorlar. Fakat tek itirazları, Allah’ın yeryüzüne, hayatlarına, kendi yaşam tarzlarına karışması. Buna bozuluyorlar. Bu size günümüzde de tanıdık gelmiyor mu? Bu tavrı bir yerlerden gözünüz ısırmıyor mu?

Buna karşın, Allah vahyinde kesin bir ifadeyle ilan ediyor: “O gökte de ilah olandır, yerde de ilah olandır.”

İşte böyle başlayan Rahman suresi, “Rahman da neymiş?” diyenlere onu önce “öğretici” (ta’lim) vasfıyla, sonra da “yaratıcı” vasfıyla tanıtıyor. Dördüncü ayet yine Allah’ın “öğretici” vasfına sözü getiriyor. Yani Allah’ın insanı yaratmasından söz eden 3. ayet, öğretmesinden söz eden 2 ve 4. ayetler tarafından kuşatılıyor. Buraya bir mim koyalım.

Başlığa dönerek, asıl sorumuzu soralım: Neden Allah’ın öğretmesi ile ilgili bir bölüme “Rahmân” ismiyle giriliyor. Bu sorunun kısa cevabı şudur: “Eğitim ve öğretimin (talim ve terbiyenin) temeli merhamettir”. Nasılı, gelecek yazıya.

Yorum Yaz