Emaneti ehline vermek (I)

“Muhakkak Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hüküm verme konumunda bulunduğunuz vakit adaletle hükmetmenizi emreder: Allah’ın size yapılmasını öğütlediği bu şey, mahza bir güzellik ve ikramdır: Unutmayın ki Allah her şeyi işitir ve görür.” (Nisa 58)

“Emanet” vahyin insanda inşa etmeye çalıştığı hayat tasavvurunun anahtar sözcüklerinden biridir.

El-Mü’min olan (güvenen ve güvenilmesini isteyen) Allah, mü’min olan (Allah’a güven duyan ve Allah’ın kendisine duyduğu güveni zedelemekten sakınan) insandan, imanının bir gereği olarak emanete sadakat göstermesini, yani emin biri olmasını istemektedir.

Gördüğünüz gibi yukarıdaki cümlede geçen “mü’min, iman, emin” kelimelerinin hepsi de “emanet” kelimesiyle aynı anlam alanına mensupturlar.

Kur’an’ın inşa ettiği bir akıl, kendisine bahşedilmiş tüm nimetlere birer emanet gözüyle bakar.

Buna göre servet bir emanettir, sıhhat bir emanettir, hayat bir emanettir, şöhret bir emanettir, evlat bir emanettir, devlet ve iktidar bir emanettir, bilgi, beceri, akıl, hepsi birer emanettirler.

Emanet, gerçek sahibi tarafından geçici bir süre bir başkasının hizmetine sunulan değerdir. Emanet eden, emanet edilene ya güvenmiştir, ya da güvenilir olup olmadığını sınamaktadır.

Emanet edilen kimse emanet karşısında iki tavır takınır: Ya ihanet eder, ya da sadakat gösterir. İhanet ederse hain, sadakat gösterirse sadık olur. Allah’ın emanet ettiklerine ihanet etmek, verdiğini onun rızası hilafına kullanmaktır. Bu nedenledir ki her günah “emanete ihanet”tir. Ve ihanetin en dehşet sonucu ise Allah’ın insana olan güvenini zedelemektir.

Bu emanetin Allah-insan ilişkisine taalluk eden boyutudur. Bir de emanetin insan-insan ilişkisine taalluk eden boyutu vardır ki, girişteki ayet işte bu ilişkinin sıhhat şartını beyan etmektedir. O da “emaneti ehline vermek”tir.

Bu ayetin iniş nedeni bağlamında şöyle bir olay aktarılır. Mekke’nin fethi günü, Hz. Peygamber, ordusunun başında muzaffer bir lider olarak Kâbe’ye gelmiş ve kapının açılmasını istemiştir. Cahiliyye döneminde de kutsal bilinen ve hizmetinde olmak için insanların yarıştığı Kabe’nin anahtarı Osman b. Talha adlı birindedir. Bu yıllardan beri babadan oğula geçerek devam eden bir görevdir. Henüz atalarının dini üzere olan Osman b. Talha anahtarı getirerek kendi elleriyle Hz. Peygamber’e teslim eder. O anda bu şerefli görevin kendilerine geçmesini isteyen birçok Müslüman vardır ve bunlar arasında Hz. Peygamber’in en yakınları da bulunmaktadır.

Fakat Hz. Peygamber Kâbe’yi açtırıp içindeki putları temizletip şükür için iki rekat namaz kıldıktan sonra henüz Allah’a teslimiyetini dahi açıklamamış olan eski sahibine anahtarı uzatır. Bu, orada bulunan birçoklarının arzusunu kursağında bırakmış olsa da başta Osman b. Talha olmak üzere bir çok Kureyşlinin, Hz. Peygamber’in, görev dağılımında “yakın” olmayı değil “ehliyet” ve “liyakati” esas aldığını görmelerini sağlar.

Ülke, seçim sath-ı mâiline girdi. Allah’ın bu toprakları kendilerine emanet ettiği insanlar, bu ilahi emanetin yönetimine birilerini vekil tayin edecekler. Yani birilerine kendi yönetimlerini emanet edecekler.

Şu halde, emanetin sahiplerinin emanet edecekleri insanda ilk arayacakları şart “ehliyet” ve “liyakat” olmak durumundadır. Kişinin ehil ve layık olması için önce bilinç ve bilgi şarttır. Emanete riayet bilinci ve emanet edilen şeyi yerli yerinde kullanma bilgisi.

Peki bir insanın emanete riayet bilincine sahip olduğunun ölçütü nedir? Kısaca, Allah’a ihanet etmemesidir. Söyler misiniz; Allah’ın emanetine ihanet etmekten utanıp sıkılmayan birilerinden kulun emanetine ihanet etmemeleri beklenebilir mi? Ya da hayatını, her şeyini borçlu olduğu Allah’ın emanetine ihanet edenleri, ikbal ve iktidarını borçlu olduğu halka ihanet etmekten ne uzak tutabilir?

Siyasal tercihini kullanırken sağduyu sahibi her insanın sorması gereken ilk soru bu olmalıdır.

Yorum Yaz