Eşekarılarının tahakkümü nereye kadar?

Zarkanatlılar familyasının en asalak, en ziyankar ve en imajinatif türü olan eşekarıları, kendilerini tüm familyanın “en iyi”, “en ileri” ve “en haklı”sı ilan etmiş durumdalar. Çünkü onlar “en güçlü”ler.

Şimdilerde kimse onlara, güçlerini kendi ürettiklerine değil balarılarının ürettiklerine, iyi olmalarını ise albenili imajlarına borçlu olduklarını hatırlatma cesaretini gösteremiyor. Çünkü kendilerine yönelik her itiraz ve eleştiriyi “Sokarım ha!” tehdidiyle susturuyorlar, bastırıyorlar.

Bu arada sinekleri de kendi yanlarına çekmiş durumdalar. O sinekler ki, bataklıkta üreyen “sivri”si olsun, pislik ve çöplükte üreyen “kara”sı olsun, hepsi de tufeyli, hepsi de muzır.

Eşekarılarının, tahakkümleri altına aldıkları dünyanın çeşitli ülkelerinde neden sürekli bataklıklar ihdas ettikleri, neden oraların pisliğe ve çöplüğe dönüştürülmesine ses çıkarmadıkları daha iyi anlaşılıyor. Çünkü sinekler hem kendileri gibi tufeyliler, hem de kendilerine rakip değiller.

Eşekarıları sineklerin güçlenmesinden korkmuyorlar. Çünkü onların sokacak iğneleri olmadığını biliyorlar. Onlara, biraz da “ölümü gösterip hastalığa razı etmek” için göz yumuyorlar. Böylece bir taşla bir kaç kuş vuruyorlar.

Kimi ülke halkları, başına musallat edilen ‘yerli’ sineklerden öylesine bizar olmuşlar ki, onların efendisi konumunda olan eşekarılarına “Tek sineklerimi kovalayın da, isterseniz kovanımı siz yağmalayın!” diyecek noktaya gelmişler.

Bu da eşekarılarının işine geliyor. Onun için tahakkümleri altına aldıkları ülkelerin başına kendileriyle asalaklıkta işbirliği yapan sinek sürülerini musallat etmeyi, politikalarının değişmez unsuru olarak görüyorlar.

Bu sayede dünyanın neresinde bir kovan varsa, orasını saldırılarına hedef seçiyorlar. Zehirli iğnelerini, kovanlarını yağmalatmamak isteyenlerin ense köküne saplıyorlar. Yoksulların tabaklarına kadar sarkıyorlar. O tabaklarda hâlâ kalabilmiş üç beş kırıntıyı da yağmalamak için, yeni stratejiler geliştiriyorlar.

Eşekarılarının “Ben kovanımı yağmalatmam!” diyen kovan sahiplerine ve balarılarına karşı verdikleri savaş “kirli” bir savaş. Yağmalayamadığı kovanlara “mikrop” bulaştıracak kadar kirli. Bu kirli savaşta onların en büyük destekçileri de, yerel bataklıklarda ürettikleri sinekler.

“Yiyemediğimi yedirmem” mantığı, tam da eşekarılarına göre bir mantık.

Bu kirli savaşta eşekarıları, kovanlarını yağmalatmak istemeyenlerin “balarısı” ya da “bal sahibi” olarak görülmelerini istemiyor. Bunun için de profesyonelce tasarlanmış “psikolojik savaş” taktikleri uyguluyor. Bunların en başında “imaj bozma” taktiği geliyor.

Şimdilerde imaj bozma amaçlı kullanılan en elverişle sözcük “terör” ve terörizm”.

Önce, kovanını yağmalatmak istemeyen balarılarını ve bal sahiplerini “terörist” ilan ediyorlar. Onların savunma reflekslerini köreltmek için, her tür meşru müdafaa yöntemlerini “terör” olarak adlandırıyorlar. Bu yalanın tutması için, bilgi ve bilişim kirliliğinden medet umuyorlar. Söylediklerini ispat için kameralarını, kovanlarına saldırdıkları arıların soktukları yerlere zumluyorlar. Bunun belgesi olarak da, kovanını savunurken can veren balarılarının cesetlerini gösteriyorlar. Ve dünyadan da, gözlerimizin içine baka baka kovanını savunurken can veren balarılarının cesetlerine tükürmemizi istiyorlar.

Yapılanın “şeddeli eşeklik” olduğunu kimse fark etmesin diye, açtıkları yerel bataklıklarda ürettikleri sinek sürülerine, aleyhlerindeki delilleri karartma görevi veriyorlar. Eşekarılarının açtıkları yerel bataklıklarda üreyen bu sinek sürüleri de, varoluşlarını borçlu oldukları efendilerinin bir dediğini iki etmiyor. Gerek taşıdıkları mikropları yayarak, gerek kovan sahiplerini ısırarak, kendilerine verilen rolü oynuyorlar.

Bunun karşılığında ise, efendileri olan eşekarılarından kalan kovan artıklarını, tıpkı aslanlardan arta kalana üşüşen akbabalar gibi üşüşüp yeme hakkını (!) kazanacaklar.

Hepsi bu kadar mı?

Evet, hepsi bu kadar…

“Değer mi?” demeyin sakın. Sineklerin ömrünün kısalığını hatırlayın. Bu kadar kısa ömürlü olanların, gündelik düşünmeleri anlaşılabilir bir şey. Onlar ömürlerinin kısalığına bakıp, “Bir günün beyliği beylik” felsefesiyle hareket ediyorlar zahir.

Ama kovan sahiplerinin sinekler gibi gündelik düşünmelerini beklemek abes. Sinekler bataklıkta ve çöplükte ürerler. Yerler, içerler, batırırlar ve çekip giderler. Hafızaları yoktur. Kendilerini balarılarıyla aynı familyadan gördükleri için onların da hafızasının olmadığını düşünürler.

Oysaki balarılarının muhteşem bir belleği vardır. Başarılarını yalnızca disiplinli ve organize çalışmalarına değil, aynı zamanda bu muhteşem belleklerine de borçludurlar.

Fakat sinekler ve efendileri asıl kovan sahiplerinin hafızalarından korksunlar ve bir şeyi unutmasınlar:

Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz!

 

Yorum Yaz