– “Eyne’l-mefer: Nereye kaçmalı?” – “Fe-firru ilallah: Kaçınız Allah’a!”

Benim ve ailem gibi, gece yarısı yatağından depremle uyandırılanlar anlar başlıktaki ayetlerin hayatın içinde neye tekabül ettiğini.

800 kilometre yerin altında gerçekleşen hadisenin yeryüzüne yansıyan boyutu tam bir kıyamet provasıydı. Kur’an’da “O gün, kişi kaçar kardeşinden, annesinden ve babasından…” denilen günün. “Beşikteki bebelerin saçlarını ağartan” diye nitelendirilen günün.

Evet, nereye kaçmalı? Kime sığınmalı, dayanmalı, güvenmeli? Güveneceklerinizin de güvene muhtaç olduğu bir gün. Sığınacaklarınızın da sığınacak delik aradıkları bir gün. Kendilerini dayanak olarak lanse edenlerin dayanacak yer aradıkları bir gün.

“İşte çağdaş Türkiye bu!” teranelerini hatırlayarak acıyla seyrediyorum deprem manzaralarını. Bu yazıyı deprem bölgesi içerisinden yazıyorum. Akabe Vakfı’nın minibüsüne doldurulan su ve gıdayı bir yandan dağıtıyor, bir yandan sizlere bu yazıyı yetiştirmeye çalışıyorum. Kitap gibi dürülmüş binaları, çaresizlik içinde kıvranan insanları görüyorum. Depremin altında sistemin kaldığı görüyorum.

28 Şubat’ın ürünü olan “Başbakanlık kriz takip yönetmeliğinin” krizle falan hiç ilgisi olmadığını; salt milletin diniyle imanıyla uğraşmak için çıkarıldığını görüyor ve bir kez daha iç geçiriyorum. İzmit’te, Gölcük’te, Karamürsel’de, Değirmendere’de insanların acılarıyla baş başa bırakıldığını görüyorum. “Çağdaş Türkiye”nin felaketini görüyorum.

Röntgenci ve teşhirci medyanın “Allah” dememeye yeminli tuzu kuru haber merkezlerinin, insanların acılarıyla nasıl dalga geçtiklerini, onları çırılçıplak teşhir etmek için nasıl yarıştıklarını hep birlikte ibretle ve iğrenerek izliyoruz.

Kadının yarısı göçük altında, üzerindeki giysiler yırtılmış, acı içinde kıvranıyor. Allah dememeye yeminli medyanın ahlaksız muhabiri avını kapana kıstırmış avcı gibi acı içinde kıvranan ve kurtarılmayı bekleyen yarı çıplak kadına yaklaşıp “Neler hissediyorsunuz?” diyor. Bu insan türüyle bu medya depremden daha küçük musibet midir Allah aşkına?

Amerikalı enerji bakanı “İstanbul için dua edelim” diye demeç veriyor. Tayyip Erdoğan’ın ağzından “yağmur duası” ifadesini duyunca kriz geçiren medya bu kez ABD’li bakanın demecinde “irtica” ve “skolastik kafa” keşfetmiyor.

Deprem bölgelerinde “irtica” yaftasıyla Allah’a savaş açıp Müslümanları birinci tehdit ilan edenleri göremiyorum. Yine biz “yerliler” yetişiyoruz mağdur ve mazlum yerlilerin feryadına. Bu ülkenin inanan insanlarına kuduz köpek muamelesi yapan ‘kovboylar’ yok ortalıkta. “İrtica” mavallarıyla Müslümanları boğmaya çalışanlar yok ortalıkta.

Vakıfları, gönüllü kültür teşekküllerini boğmaya kalkanlar, şimdi anlıyorlar mı bu ülkeye ne büyük kötülük yaptıklarını? Bu halkın başına bir iş gelince, devleti ellerine geçiren malum zihniyet mensuplarının, keyiflerini bozup da insanımızın derdiyle dertlenmesini beklemek beyhude. Bu işleri imkanı olanlar değil imanı olanlar yapmıştır tarih boyunca ve bundan böyle de öyle olacaktır.

İşin sorumluluğunu müteahhitlere yıkmak, ne kadar inandırıcı bir davranış olur? Kaldı ki, müteahhitler de, bu ülkenin insan kumaşı kalitesinin ortalamasından ne eksiktir, ne fazla. Aslolan insan unsurunuzun kalitesidir. Bu kalitede en belirleyici olan etkenin ise ahlak olduğu, böylesi afet zamanlarında daha iyi anlaşılıyor. Ahlaki davranışı Laisizm, Kemalizm gibi seküler ideolojiler değil, ancak din kazandırabilir.

Bu afet de, tüm diğer musibetler gibi Allah’ın insanlara mesajıdır. Allah’ın kavli gazap ayetleri olduğu gibi fiili gazap ayetleri de vardır. İşte bu deprem de Allah’ın fiili ayetlerinden biridir.

Allah’a savaş açanlar yüzünden başımıza geldiğini düşündüğüm bu felaket bir ayeti hatırlattı: “Öyle bir günün belasından korkun ki, o bela içinizden sadece zulmedenlere ulaşmakla kalmaz (zulme sessiz kalanları da kapsar)?”

Dostlar, tam tevbe ve istiğfar edecek zaman.

“Nereye kaçmalı?” diye sormayın; kaçacak yer belli; “Allah’a kaçın!”

Bir davet: Başörtüsü mağduru tüm bayan doktor ve hemşireleri, deprem bölgesinde halka yardımcı olmaya, mağduriyetlerini mazlumların yanında yer alarak taçlandırmaya çağırıyorum.

( 20 Ağustos 1999 )

 

Yorum Yaz