Furkân’a muhatap olmak fârûk olmayı gerektirir

Neden hep kantarın topuzunu kaçırıyoruz?

Neden terazimiz “kıstas-ı müstakim” ile tartmıyor? Kişileri değerlendirirken neden bir türlü mümeyyiz akılla hareket edemiyoruz? Yanlış olanı atıp iyi olanı almak, neden bu kadar zor?

Kutsamak ya da yok saymak… Göklere çıkarmak ya da yerin altına geçirmek… Tazim etmek ya da tahkir etmek… Fetişleştirmek ya da zibilleştirmek… Süpürüp almak ya da süpürüp atmak…

Bunlar yanlış. İlle de bu iki dengesizliğe mahkum muyuz? Yok mu bunun bir denge noktası? İfrat ve tefritten ağzımız yeterince yanmadı mı? Adalet ve itidal sahibi olmak, kutuplaştırmaktan daha mı zor?

Oysaki Furkân olan Kur’an “fârûk” bir akıl inşa eder. İyiyi kötüden ayıran, yanlışı doğrudan seçen, güzeli çirkine katıp karıştırmayan bir akıl. Güzelle çirkini katıp karıştırmak şöyle dursun, güzeli daha güzel olandan, çirkini daha çirkin olandan dahi ayırt eden bir akıl. Pirinci taşına kurban etmeyen bir akıl. Ve dahi sahibine, pirinç hatırına taş yedirmeyen bir akıl.

Bebeği seviyoruz diye kirli bezini de sevmek zorunda mıyız? Karpuzu seviyoruz diye kabuğunu da yemek zorunda mıyız? Kerim Kur’an Hz. Adem’den “yanlış yapıp yoldan saptı”, Hz. Yunus’tan “bir kaçak köle gibi davrandı” şeklinde söz ederken, elinden çıkan ölümlü kazadan dolayı Hz. Musa’yı uyarıp Hz. Davud’un tevbesini dile getirirken, muhatabında nasıl bir akıl inşa etmek istiyordu dersiniz?

Oysaki bunlar peygamberdi. Peygamberler, hakikatle dolaysız bağlantı kuran ufuk şahsiyetlerdir. Bu bağlantı, insanoğlunun ulaşabileceği en üst düzey bağlantıdır. Çünkü bu bağlantı aşkından içkine doğru bir nüzulün eseridir. Hakikatin mutlak kaynağı olan “el-Hak” onları seçmiştir.

Buna rağmen neden peygamberler mükemmel olarak sunulmamışlardır? Bırakın mükemmel olarak sunulmayı, başka hiçbir kaynaktan öğrenemeyeceğimiz kimi ‘zelleleri’ neden vahiyle fâş edilmiştir?

Cevabı açık: Vahiy muhatabında mükemmellik iddiasından uzak bir “model insan” tasavvuru inşa etmek istiyor da onun için.

Her tür aşırı yüceltme, aslında üstü örtülü bir “ben”i yüceltmedir. Aşırı yüceltmenin psikanalizini doğru yaptığımızda, karşımıza karmaşık bir ruh hali çıkar. Aşırı yüceltmeci benlik, görünürde bir başkasını yüceltmektedir. Ya da siz ilk bakışta öyle sanırsınız. Fakat gerçekte bunun bir “kendini yüceltme” olma ihtimali çok daha fazladır. Bu yöntemde kendini yüceltme işi, başkasını yüceltme biçiminde tezahür etmektedir.

Aşırı yüceltmenin hormonlu bir imaj dışında ne yüceltene ne de yüceltilene sahici bir katkısı olur. Aksine, insanın kendisiyle sahici ve sahih ilişki kurmasının önüne geçer. Ene’yi azdırır. Azdırılmış her ene, haddini aşarak hakikate teslim olmak yerine hakikati teslim almaya yeltenir. “Hakîm” olmak yerine “hâkim” olmaya kalkar.

İnsan için hakîm olmak her şeyi yerli yerinde bilmek ve tutmaktır. Hâkim olmaksa bir şeye gerçek yerinden ayrı bir yer tayin ve takdir etmeye kalkışmaktır. O yer ister daha yüksek, isterse daha alçak olsun, fark etmez. Değil mi ki takdir edilen yer onun yeri değildir. Değil mi ki, yerinden edilmiştir.

Aşırı yüceltmeci bir benlik, ben merkezli bir insan tasavvuru kurgular ve kendince herkese bir yer tayin etmeye kalkar. İstediğini dilediği kadar yüceltir, hatta otorite ilan eder. İstediğini de dilediği kadar alçaltır.

Aslında her aşırı yüceltme, aynı zamanda gizli bir nesneleştirmedir. Çünkü aşırı yücelten, tüm aksi görüntüsüne rağmen yücelttiğini o makama atayan konumundadır. Adı üstünde yücelten odur, yüceltilen de beriki.

Bir başkasını aşırı yüceltme suretinde sadır olan kendini yüceltme konusunda Peygamberimizin gösterdiği hassasiyeti yeri gelmişken aktaralım. Efendimiz “Aşırı övgücü birileriyle karşılaştığınızda, yüzüne toprak saçınız.” (Ebu Davud, Edeb 9).

Hadisteki “fahsû fi vucuhihimu’t-türâb” mecazi ifadesini lafzi manada anlayan Mikdat b. Esved, aşırı övgücünün birini ilk gördüğü yerde yerden toprak alıp yüzüne savurur. Zemahşeri’nin de Faık’da ifade ettiği gibi bu mecazi ibarenin anlamı şudur:

“Onu beklentisinden mahrum bırakın.”

Bu önemli. Eğer böyle yapılmazsa, masum bir ‘kıyak’ olarak başlayan bu süreç, bir zaman sonra toplumsal bir ahlaki probleme dönüşmektedir. Çünkü İslam’ın insan dağarcığını oluşturan her bir değerin “aşırı yüceltilmesi”, o değerden istifadeyi sanıldığının aksine azaltmaktadır.

Dahası bu tavır, vahyin inşa etmek istediği dengeye dayalı insan tasavvurunu çarpıtmaktadır. Sonuçta bunun bedelini hep birlikte çok ağır ödüyoruz.

Nasıl mı?

Hakikatin otoritesini baş tacı ederek değil, otoritenin ‘hakikatine’ (!) boyun eğerek.

 

Yorum Yaz