Gazali özel sayısı

İslami Araştırmalar dergisi son sayısını Gazali (ya da Gazzali)’ye ayırdı.

Çıktığı günden beri özel sayı üzerine bir yazı yazmayı düşünüyordum, kısmet bugüneymiş.

“Neden Gazali?” sorusu, anlamsız kaçacaktır. Gazali etkisi, sonuçları açısından müspet ya da menfi yönleriyle tartışılmış, fakat onun İslam ümmeti üzerinde bıraktığı derin iz hususunda, herkes ittifak etmiştir.

Denilebilir ki, Gazali’nin genelde Osmanlı, özelde Anadolu coğrafyası üzerindeki etkisi, tüm diğer İslam toprakları üzerindeki etkisinden kat kat fazladır. Katip Çelebi’nin onun İhya’sı hakkında “Eğer İslam hakkındaki bütün kitaplar kaybolsa ve sadece İhya kalsa, bu kitap diğerlerinin boşluğunu doldururdu” gibi abartılı bir hükme varması, bunun bir göstergesidir.

İşte bütün bu nedenlerden dolayı Gazali hakkında değil bir, binlerce özel sayı hazırlansa yeridir. Bir takım noksan ve kusurları olmasına rağmen, İslami Araştırmalar bu açıdan tebrike şayan bir iş yapmıştır. Keşke müsamere diliyle yazılan, içerisinde güya nesnellik adına Kur’an için “Tanrı’nın sözü olarak değerlendirilen bir metin” gibi yakışıksız nitelemeler bulunan makalelerin yerine, daha ciddileri konabilseydi.

Emek mahsulü özel sayıyı okuyup bitirdiğinizde, onca kalın hacmine rağmen, ele aldığı konuların içini doldurmada umulan düzeyi yakalayamadığını müşahede ediyorsunuz. Bunun faturası elbette dergiyi hazırlayanların üzerine yıkılamaz. Katma değerle ve bu ülkenin ilmi mirasıyla alakalı bir husustur bu. Bir de gönül, İslam ilim camiasının tanınmış isimlerinin makalelerini de görmek isterdi. Mesela M. Abid Cabiri, Nakip el-Attas, Hasan Hanefi vd. gibi…

Tabii ki işin zorluklarını teslim etmek gerek. Yukarıda dile getirdiklerim bu zorluğun bir boyutu. Bir de Gazali’yi konuşmanın, hele de bu coğrafyada konuşmanın zorluğu var.

Gazali’den söz ederken belki de en çok ihtiyaç duyulan sözcük “hangi” sözcüğüdür. Evet, “Hangi Gazali?” Karşımızda kelimenin tam anlamıyla ele-avuca sığmaz, bir yerde durmaz, müebbed bir ilim ve fikir yolcusu var. Hocası Cüveyni’nin ellerinde Beyan bilgi sisteminde zirve olmuş, Burhan bilgi sisteminde Aristo’dan Farabi ve İbn Sina’ya kadar bütün bir sistemi önce didik didik etmiş, işine geleni aldıktan sonra sistemin üzerine bir çarpı çekmiş, en sonunda gele gele İrfan bilgi sistemine demirleyip, aradığı hakikatin orada olduğunu söylemiş…

Bu baş döndürücü yolculuk 55 yaş gibi genç denebilecek bir yaşta noktalanmış. Ben, Gazali gibi ömrünü “aramaya” adamış müebbet bir yolcunun bir son durağı olacağını sanmıyorum. Eğer yaşasaydı sanırım o “buldum” dediği noktayı da aşıp yeni ufuklara yelken açacaktı. Nitekim bazıları, onun göğsünde Buhari olduğu halde vefat ettiğini söylerler. Eğer doğruysa bu giderayak yolculuğunun yeni etabına hazırlandığının bir göstergesidir.

İslam aklını “mahsus”tan “makul”e taşımaya, ilk yaratılan olarak gördüğü aklı dengeli bir konuma oturtmaya, mantığı ilimlerin temeline yerleştirmeye çalışan Gazali, kimi zaman eklektizme varacak kadar “sentezci”, kimi zaman indirgemeciliğe varacak kadar “analizci”, kimi zaman tüm dengeleri alt-üst edecek kadar “dengeci” görünmektedir. Ama her şeyden öte, onun insanı hayran eden yönü, bilgiyi ve aklı varoluşsal bir okumaya tabi tutmasıdır. Onun entelektüel yolculuğunu bana Peygamberimizin şu duasını hatırlatır: “Faydasız bilgiden Sana sığınırım!” Bu yanıyla Gazali, hayatı Allah’tan arındırmaya çalışan seküler akla karşı savaşmış biri olarak nitelendirilse yeridir.

O eleştiriyi hak edenlerdendir. Çünkü çok şey yapmıştır. Eserlerinden birinin adını “denge” (el-İktisad) koyacak kadar denge arayıcısı olan Gazali de, dengesiz ve ölçüsüz yaklaşımların konusu olmaktan kurtulamamıştır. Övgücüler ve sövgücüler, ifrat ve tefrit, aşırı yüceltenler ve aşağılayanlar… Bunların başında indirgemeci aklın mümessili Oryantalistler geliyor. “Peygamber’den sonra yaşamış en büyük Müslüman” lafı da onlara ait, “İslam düşüncesini bitiren kişi” lafı da… Onlar da öyle de, bizde farklı mı? Her şey ya “mükemmel”e, ya “berbat”a ayarlı.

Gazali’nin zirve olduğu doğrudur. Fakat kendisinin kullandığı bazı araçları imha ettiği de doğrudur. Fakat “İslam düşüncesini bitiren adam” lafı haddi de maksadı da aşar. Bizce Gazali değil, “Gazalicilik” yapan, onun açtığı eleştirel çığırı sürdürmek yerine, onun gölgesinde yatmayı marifet bilenler suçlanmalıdır.

“İbn Puşt”(!)… Siz bu hakareti duymamış olabilirsiniz. İmam-Hatip Lisesi’nde felsefe dersimize giren hoca, Gazali’nin ardına sığınarak İbn Rüşt için onlarca genç insanın gözlerinin içine baka baka, bu hakareti ederdi. Ben onun Tehafüt’leri okuduğunu hiç sanmıyorum.

Evet mevzi bir örnek, fakat hiç de görmezden gelinecek bir örnek değil. Bizzat yaşadığım bu olumsuz şartlandırmanın etkisiyle yazdıklarını okumadığım, fikirlerini bilmediğim, düşüncelerini anlamadığım İslam semasının bazı yıldızlarına, bir zamanlar ben de düşman edilmiştim.

Max Horten Gazali için “İslam düşüncesini bitiren adam” derken yanılıyordu. Gazali de, İbn Sina ve Farabi gibi İslam filozoflarını tekfir ederken, el-İktisad fi’l-İ’tikad’da kendi koyduğu ölçüye aykırı davranıyordu. Çünkü orada tekfirin ölçüsünün akıl değil nakil olduğunu söylüyordu. Bunun anlamı, mutlak inkarı içermiyorsa, yorumdan dolayı kimse tekfir edilemez demekti.

Ve Gazali Özel Sayısı’nın aklıma getirdiği bir soru: Eğer Gazali günümüzde yaşasaydı, İhya-i Ulumi’d-din’i mi yazardı?

( 18 Mayıs 2001 )

 

Yorum Yaz