Gerçeği daha çok severim

Menakıb’ında geçer; İmam Ebu Hanife oğlu Hammad’ı, kelami tartışmalara katılmaktan men eder. Oğul Hammad’ın itirazı vardır. “Ama babacığım” der, “Siz de bizim yaşımızdayken, bizden daha fazla kelami tartışma yapmıyor muydunuz?”

Büyük İmam’ın cevabı çok öğreticidir: “Biz, kelami münazaralarda, muhatabımızın haksız çıkmasına sevinmez, aksine bundan ıstırap ve suçluluk duyardık. Siz ise muhatabınızı haksız çıkarmak için elinizden geleni yapıyor, bunu becerdiğinizde de seviniyorsunuz.”

Şahsen, haklı olduğum için sevinemediğim eleştiri ve tartışmalar hayli yekün tutmaktadır. Son eleştiri de, bu cümledendir.

  1. Eleştirimde Evrim Teorisi’nin önemsiz olduğunu söylediğimi hatırlamıyorum. Okuyucumun mesajından alıntıladığım bölümde katıldığım nokta “romantizmimiz”in şikayet edilecek noktalara tırmandığı idi ki, bu konuda ısrarlıyım. Yandaşlıklarımızda ve karşıtlıklarımızda “hakkın” değil “hissin” belirleyici olması, hiç de iç açıcı bir şey değil.
  2. Bir davaya, ona iyi saldıranlardan çok onu kötü savunanlar zarar verir, düşüncesine katılıyorum. Savunduğumuz ve reddettiğimiz şeyi ciddi, tutarlı, derinlikli, bilerek, efradını cami ve ağyarını mani bir içerik ve üslupla savunma ve reddetmeyi prensip getirmeliyiz, diye düşünüyorum. Aristo, hocası Eflatun’un görüşlerine karşı çıkınca onu ayıplayanlar olmuş. O da kendini şöyle savunmuş: “Hocamı severim, fakat gerçeği ondan daha çok severim.”
  3. Allah’ın ispatının en emin yolunun “nazari” değil “pratik”, yani “kevni” ispat olduğu açık. Kur’an, O’nu zatıyla değil sıfatlarıyla tanıtır. Varlık seferinin O’na bir atıf olduğunu hangi mü’min inkar edebilir? İtirazım, bir yanda Allah’ı “mahlukat”la açıklamaya kalkarken, öte yanda onun varlık delili olarak sunduğu “varlık alemi”ni “yok farz etme” çelişkisinedir. Bu, kişinin bindiği dalı kesmesidir.

Allah “sanal” olanı “ayet” diye takdim etmez!

Eleştirim, tamamen kitaba yönelikti, yazarına değil. Bu yanlış olurdu zaten. Çünkü başta kitabın sayın yazarını tanımıyorum. Tanımadığım bir kişi için lehte ve aleyhte bir şey söylemem doğru olmazdı. Elimde, bir kitap var ve kitap bu haliyle kendi kendini tekzip ediyor.

Cevapta, eleştirimin belkemiğini teşkil eden hususa ilişkin sadra şifa bir açıklama yok. Ben, Nesefi’den şu alıntıyı yapmıştım: “Eşyanın hakikati sabittir, onlarla ilgili insan bilgisi gerçektir; Sofizmin aksine…” Nesefi’nin, Akaidi’nin girişine bir iman esası olarak koyduğu bu cümlelerin delili baştan sona Kitap, selim akıl, sahih sünnet ve ayat-ı kainattır.

Yazarsa, bunun tam tersini söylemekte. Eşyanın hakikatinin olmadığını, çevremizde gördüğümüz, dokunduğumuz, hissettiğimiz şeylerin bir hayal, bir evham, bir “mış gibi” olduğunu iddia etmekte. Eşya hakkındaki bilgimizin gerçek olmadığını, dış dünyanın varlığının sadece zihni olduğunu, dahası insan olarak kendi bedenimiz hakkındaki bilgimizin dahi gerçek olmayıp, “beynimizde oluşan bir görüntü” (insan sanalsa, bu görüntünün oluştuğu söylenen “beyin” ne oluyor?) olduğunu söylemekte.3

Kadim Yunan’dan beri her çağda savunucuları olan bu teoriyi savunabilirsiniz. Bu kendi bileceğiniz bir şey. Fakat bu teoriyi “yalnızca bir bakış açısı, farklı bir yaklaşım veya herhangi bir felsefi düşünce değil; dine inanan-inanmayan herkesin kabul edeceği, bugün bilimin de kanıtladığı kesin bir gerçek”(s.256) diye sunmaya kalkarsanız “hatu burhanekum” derler.

Yazar, bu teorinin bilimselliğine referans olarak George Berkeley’i göstermiş. Sıradan bir ansiklopedinin Berkeley maddesini açtığınızda, Berkeley’in bu görüşten vazgeçtiğini görürsünüz. Berkeley’in kendisinin dahi vazgeçtiği bir görüşü ona atfetmekte ısrar etmenin ahlaki sorumluluğunu hatırlatıp geçiyorum.

Yazar, “bilimin kanıtladığı kesin gerçeğe” kitabında daha inandırıcı bir delil sunamamış. Bu bölümde kullanılan ayetlerin konuyla doğrudan bir alakası yok. Allah’ın ayetlerinin, Allah’ın murat etmediği, hatta temelden reddettiği bir konuda olur-olmaz kullanılmasının manevi sorumluluğu da ayrıca değerlendirilmelidir.

Yazar, “alem hayaldir” şeklinde özetleyebileceğimiz bu teoriye Rabbani dışında kitabında vermediği referansları, cevabında veriyor: Rabbani ile birlikte; Gazali, İbn Arabi, Molla Cami. Fakat favorisi Rabbani. İşe bakın ki, Rabbani bu görüşü reddediyor. Mektubat’ının 272. Mektubunu “varlık birdir” diyen Vahdet-i Vücut felsefesini ve onu savunanları eleştiriye ayırmış. Kendisi, dışladığı “Vahdet-i Vücud” nazariyesi yerine yeni bir nazariye ortaya atmış: Vahdet-i Şuhud. Rabbani de, bu nazariyenin hakkı batılla, imanı küfürle, haramı helalle eşitlediğini, göreliliği mutlaklaştırıp ahlakı yok ettiğini biliyor. Onun için diyor ki: “Bunlara göre o putlar Allah Teala’nın görüntüleridir. Onlara tapınmak, Allah Teala’ya ibadet etmek olur, diyorlar. İnsaf… Bu ikisinden hangisi müşriktir, hangisi muvahhid?” İbn Arabi’nin en büyük yorumcusu Sadreddin Konevi’nin, ömrünün sonunda bu felsefenin ahlakı yok edip dini şeriatsızlaştırdığını fark ederek vazgeçtiğini ve yazdığı vasiyetnamesinde, “Benden sonra bunlar yasaktır, hiçbir kimsenin zevke dayanan sözünü kabul etmesinler” dediğini O. Nuri Ergin, neşrettiği vasiyetine dayanarak dile getirir. (S.Konevi ve Es. Ş.Mec II)

Tutun ki, bu isimler bu düşünceyi savunmuş olsunlar; bu, Kur’an’la taban tabana zıt olan söz konusu tezin doğruluğu için yeterli neden midir? Eşyanın aslının olmadığı düşüncesi, Teosofik Sufizm’in İskenderiyeli Filon’dan, Yeni Eflatuncu Sudur Nazariyesi’nden ve İşrak Felsefesi’nden etkilenerek, oluşturduğu Vahdet-i Vücud nazariyesinin bir iddiasıdır. Bu tezi destekleyen bir tek nass bile varsa beri gelsin.

“Kesin gerçek” diye takdim edilen bu teori, dinin varoluş nedenini ortadan kaldırmaktadır. Çünkü din, sahici bir hayatı ciddiye alan Allah tarafından gönderilmiş sahici bir öğretidir. Kur’an, varlığı hayal olan bir dünyanın, varlığı sanal olan insanına değil, gerçekte var olan bir dünyanın gerçekte var olan insanına inmiştir.

Allah kitabında şöyle buyurur: “Derin kavrayış sahipleri için yeryüzünde ayetler vardır; kendi varlıklarınızda da… Hala kafanızı çalıştırmayacak mısınız?”

Şimdi Allah, gerçekte olmayan “sanal” bir şeyi “ayet” diye mi takdim etti?

( 27 Eylül 1999 )

 

Yorum Yaz