Gerçeğin peşine düşmek

Avrupa’da yaşayan 50 bin Alevi’nin Hristiyan olması üzerinde ne kadar durulsa yeridir.

Söyleyin, bu haber hangi samimi mümini derinden sarsmaz? Derin bir iç muhasebeye sevk etmez? Hangi sorumluluk sahibine “Ya Rab! Bunda kusurum var mı?” dedirtmez?

Olayın sosyal, siyasal ve hukuksal sonuçları var kuşkusuz. Bütün bunlar benim için tali konular. Şahsen iman aileme yönelik her kundaklama girişimi beni yüreğimden sarsar. Sahipsiz ailemin çocuklarının birer birer ayartılıp yuvalarından koparılmaları, aidiyet duygusunu yitirdikleri için sağa sola savrulmaları, karanlık adamların kötü niyetlerine ve emellerine alet olmaları beni ve benim iman ailemin her ferdini yakından ilgilendirir. İslam imanının sahibinde uyandırdığı sorumluluk bilinci bu hassasiyeti gerektirir.

Peygamber Efendimiz’i ömrü boyunca en çok sevindiren haberin hangi tür haber olduğunu biliyor musunuz: Bir kişinin daha özüne döndüğünü, yani kendisiyle, Rabbi’yle ve kainatla barışık olmak demeye gelen “Teslimiyet Yolu”nu bulduğunu duymak.

Yemame’nin iki liderinden biri olan Sümame b. Usal, Mekke’de bir panayır sırasında kendisine Allah’a teslimiyeti teklif eden Hz. Peygamber’e küfretmiş ve onu bir daha önüne çıkarsa öldürmekle tehdit etmişti. Sümame etrafında korumalarıyla geziyor, eteklerini birkaç adamı tutuyordu. Gün oldu, devran döndü. Yıllar sonra İslam müfrezeleri sahil yolunda yakaladıkları bir kafileyi Hz. Peygamber’e getirdiler. Gelen Sümame ve adamlarıydı. Üç gün mescitte tutuklu kaldı. Üçüncü gün Hz. Peygamber salıverilmesini emretti. Her vakit namazından çıkışta hatırını soran Nebi’ye hırlar gibi dişini sıkarak konuşan Sümame salıverildiğine inanamıyordu. Nebi henüz mescidi terk etmemişti ki haber geldi: Ya Rasulallah, Sümame ellerinden ve saçlarından sular, gözlerinden de yaşlar akarak geliyor. O anı resmeden görgü tanığı, cümleyi aynen şöyle kuruyor:

“Rasulullah’ın yüzüne baktım; hiç o kadar sevindiğini görmemiştim! Sanki yüzünden ay doğuyor zannettim?” Sonrası malum.

Allah Rasulü’nü en çok üzen, hatta bir siyercinin tespitiyle “öz yavrularını kabre vermekten daha fazla üzen” olay neydi, haydi onu da tahmin edin: Bir insanın manen kaybı? Hayber’in fethi öncesinde genç komutan Hz. Ali’ye şöyle diyordu: “Ya Ali! Tüm dünyayı fethedip bana teslim etmenden bir insanın hidayetine vesile olman daha hayırlıdır!”

Onun bir insanın daha ebedi mutluluğu yakalaması için bir ömrünü nasıl heba ettiğinin en kalıcı şahidi Kur’an’dır. Kur’an onun insanın ebedi mutluluğu uğruna verdiği çabanın hangi düzeyde olduğunu dile getirirken şu cümleyi kullanır:

“Mümin olmuyorlar diye neredeyse kendini helak edeceksin!”

Çok sevdiği Üsame (b. Zeyd) bir savaş sırasında, son kılıç darbesi sırasında öleceğini anlayınca şahadet getiren bir rakibini havadaki kılıcına hakim olamadığı için öldürmüştü. Bunun üzerine Hz. Peygamber o kadar üzülmüştü ki, Üsame “Keşke bu saatten sonra Müslüman olsaydım” diyecektir.

Kafirin küfrüne karşı kendisini heder edecek kadar üzülen bir Peygamber’in, ümmeti arasından “imanından soyunanlar” için ne kadar üzüleceğini varın siz hesap edin.

Her mümin, bu hassasiyetten bir parça taşır diye düşünüyorum. Gerek Irak’taki önce aç biilaç bırakılıp sonra karnı doyurularak Evangelist yapılan Rânâ örneği, gerek Yehova Şahidi yapılan Avrupa Alevileri örneği, her bir mümini yakından ilgilendirir.

Önceki yazımda dile getirdiğim gibi, bu durumu Avusturya Alevi Dernekleri Federasyonu başkanlığını yapan zat “kültürel ve sosyal bir gelişme” sayıyor ve normal karşılıyor. Dahası, bunu “ekonomik nedenlerle” gerekçelendiriyor.

Bana ikna edici gelmedi, demiştim. İnsan üstelik Avrupa gibi bir yerde yaşar da din değiştirecek kadar ekonomik sefalet çeker mi? İnandırıcılık bunun neresinde? Bu kadar Alevi’nin, hakikat aşkıyla yanıp tutuşarak “gerçeğin, yalnızca gerçeğin” peşine düştüklerini, yolun sonunda da Yehova Şahitliği’ne ulaştıklarını söyleyemeyeceğimize göre, olay ne?

Olayın bizce gerçeğe en yakın gerekçesini Yehova misyonerleri ifade etmişler: “Aleviliğin içi Hıristiyan, fakat dışı İslam gibi görünüyor.”

Bu argüman Hz. Ali’yi ve onun hayatını uğruna feda ettiği İslam’ı inkar üzerine kurgulanmış ‘ateist’ bir ‘Aleviliği’ benimseyenleri ikna etmiş olmalı ki, cumhur cemaat Yehova Şahidi olma kuyruğuna girmişler.

Soru şu: İslam’ın en kadim damarlarından biri olan ve İslam’ın kaynağına Hz. Ali yatağından ulaşan Alevilik bu hallere nasıl düştü? Alevilik deyince akla “ilmin kapısı” Hz. Ali gelir, “babasının anası” Hz. Fatıma gelir, “cennetin efendisi” Hasan gelir, “Hayat iman ve cihaddır” diyen Hüseyin gelir, Yezid’e haykıran Zeyneb gelir, Kerbela gelir, mazlum gelir, şehadet gelir, şûrâ gelir? “”Akıl insanın içindeki peygamber, peygamber insanın dışındaki akıldır” diyen İmam Cafer gelir, alnını secdeden kaldırmadığı için “süccâd” diye anılan İmam Zeynel Abidin gelir, “mazlumların imamı” İmam Zeyd gelir?

Özü bu olan Alevilik, kimlerin gaflet ve dalaletine kurban gitti de anılınca akla Ali, Hasan, Hüseyin, Zeyneb geleceği yerde, saz, söz, içki, işret, aşk, meşk, günah, ateizm, nihilizm, hedonizm gelir oldu? Ve son olarak da Yehova Şahidi gelir oldu? Hülasa İslam’dan, imandan, Kur’an’dan ve ehl-i beytten başka her şey gelir oldu?

Gerçeği arayan bu sorunun peşine düşsün.

 

Yorum Yaz