Güz ekini

İnsan ne ki? İnsan biter. Gerçekten bitmek ve “Bittim” demek kusur değil, bilakis meziyet. Bir hak ediş.

“Nuh Rabbine şöyle yalvardı: Rabbim ben bittim, yardımıma sen yet!

Bunun üzerine biz de göğün kapılarını ardına kadar açıp (denizi) boca ettik!” (54:10-11)

“Bittim” demeyi hak edecek kadar koşan, soluğu tükenene kadar durmayan, varını yoğunu ortaya koyup “İşte, hepsi bu!” diyen kaç fani var şu dar-ı dünyada? Peygamberler onların başında geliyor. Hz. Nuh da onlardan biri. Allah’ın bu yüce nebisi bitmiş belli ki.

Onun davet süresi konusunda Kur’an istisnai bir üslup sergiliyor. Bu sadece ona has bir durum. Kur’an tam ifadesiyle “Elli eksiğiyle bin yıl” diyor. Bendeniz bu “elli eksiğiyle bin yıl” ibaresinin, nümerik anlamıyla sınırlı olmadığını düşünenlerdenim. Zira Kur’an başka yerlerde de kullanır “bin yıl” ifadesini. Mesela Yahudileşen İsrailoğullarının dünyada yaşama tutkusunu anlatırken “İster ki bin yıl yaşasın” der. Elbet bu bir mecaz. “Bin yıl yaşamak” dilimizde de kullanılır. “Elli eksiğiyle bin yıl” ibaresi bu çerçevede düşünüldüğünde, “Çok küçük bir bölümü hariç, bir insanın tasavvur edebileceği en uzun ömrün hemen tamamını davet yolunda harcadı” gibi bir açılıma tekabül eder.

İşte böyle. Bir ömrü iman yoluna adamak ve en sonunda “Bittim ya Rabbi!” demek.

Bu kıssanın muhatabına yaptığı çağrı açık: “Kendi çağının Nuh’u ol! Eğer buna adaysan, bitene kadar koş! Bittiğin yerde “bittim” de!”

Denizde gemi yapmak neyse ne de, karada gemi yapmak zor zenaat. Herkes bir tarafından kılçık atar. Dalga geçenler, dudak bükenler, bıyık altından alaycı tebessümleriyle kendilerini tatmin edenler, haline bakmayıp acıyanlar, üşütük hareketi yapanlar? Hangi birine laf yetiştireceksin? Hz. Nuh etrafın alaycı bakışlarına işte bu yüzden maruz kalmıştı.

“Rasyonel” olmayan hizmetlerin altına girmek, bir tür karada gemi yapmaya talip olmaktır. Herkes kuruşuna kadar hesaplı davranırken “hasbi” davranmak, karada gemi yapmaktır. Herkes dalgasına bakarken, dalgalarda batanların imdadına yetişmek için nöbet tutmak, karada gemi yapmaktır. Çivisi çıkmış, ipten kazıktan halas olmuş ihtiyar dünyanın çivisini çakmak, ipe kazığa bağlamak için uykusunu yitirmek, karada gemi yapmaktır. 40’tan bir çıkınca 39 kalır diyenlere inat, “iman matematiğine” dayanarak, 40’tan bir çıkınca 400 kalır diye inanmak, karada gemi yapmaktır. “Kıl beşini, gör işini, al maaşını” fiyakasına tav olmayıp, “kul olmak kesmez, dost olmak lazım” diyerek insan yükü yüklenmek, karada gemi yapmaktır.

Böyle bir gemi görürseniz, koşun, bir çivi de siz çakın bu gemiye. Sizin de bir katkınız bulunsun. Bakarsınız lazım olur. Kenan’ınızı gemiye çağıracak yüzünüz olur. Olsun, o gelmeyip boğulmayı tercih edebilir. Ama siz yine de tedarikli olun.

Neden mi?

Nedeni belli: Tuğyan olan yerde tufan olur. Buna inanın. Yasa bu. Hep böyle olmuş, bundan sonra da böyle olacak. Sonra bu bir “kara haber” değil. Öyleyse bile bu, tuğyan sahipleri için felakettir. “Bittim” diyecek kadar koşanların tufandan korkmalarına gerek yok. Çünkü tufan, onlar için felaket değil, nimettir.

Karada gemi yapanlara, “İyi de, hani bunun denizi?” diyenler çıkar. Onlara söyleyecek söz belli: “Sen gemini yap, vakti geldiğinde deniz ayağına gelir”. Öyle ya, “Rabbim isterse sular büklüm büklüm burulur” diyen şairin dediği de bu değil miydi? “Bunun üzerine Biz de göğün kapılarını ardına kadar açıp (denizi) boca ettik” diyen ayet işte bunun ifadesi. Göklerin kapılarını kimin tuttuğunu bilen, kime dua ettiğini de biliyor demektir. “Ben bittim, sen yet ya Rabbi!” diyen, karada yaptığı gemisini tamamlamışsa, denizi hak ediyor demektir.

“Bu millet size dinin ölüsünü öptürmez” diye yazmış, öyle çıkmıştım yola. Orta Anadolu’nun bu şirin ilinin kapalı spor salonunu zemin de dahil hınca hınç dolduran o İmam-Hatib neslini ve onlara gönül veren halkı görünce, buna bir kez daha kani oldum.

“Şubat soğuğu” yalancı bahara kanıp erken çiçek açan ağaçlara zarar vermiş olabilir. Fakat “güz ekini” soğuktan zarar görmez. Karların üzerinde uğuldayan rüzgarların ayazı ilikleri dondursa da, güz ekini karın altında büyümeyi sürdürür. Herkes “dondu, öldü, bitti” derken, kış bitip karlar kalktığında, “güz ekini” canlılığı ve tazeliği temsil eden göz alıcı görkemli yeşilliğiyle arz-ı endam eder.

Bu satırları bana salonlar ve kalabalıklar değil, kadın ve erkek yiğitlerin şahit olduğum aşk ve sancıları yazdırdı. Vitrinlere bakmadım, bakmam da. Mahut süreçte görüldüğü gibi, bir taşlık canı var onların. Baktığım yer gözler ve onların açıldığı gönüllerdi. Oralara, oralardan baktım ve gördüm ki, “Bir âh ile bu âlemi vîran ederim ben” diyen yiğitler hâlâ yaşıyor.

Bir de şunu gördüm: Yatanlar umutsuz, koşanlar umutluydu.

 

Yorum Yaz