Hac fıkhı üzerine bazı mülahazalar

Bayramın birinci günü Mina’da katliam gibi bir kaza yaşandı. Çok şeyler yazıldı çizildi.

Hacıların sevk ve idaresinden hac mekanlarının yönetimine varana dek farklı tezler ileri sürenler oldu. Bunlar içerisinde isabetli ve makul yaklaşımlar da bulunuyordu.

Hac mekanlarının statüsü ve hüccacın güvenliği yeni tartışılmıyor. Bunun başlangıcı çok eskilere gider. Fakat bu alandaki en kapsamlı tartışma, 1987 yılının 31 Temmuz Cuma günü çoğunluğu İranlı 160 bin hacının “Beraet yürüyüşü” yapması üzerine, Suudi-Saddam ortak güçlerince katliama tâbi tutulması üzerine başlatılmıştı.

Bu katliam bu ya da önceki haclarda Mina’da yaşanan türden bir kaza değildi. Açıkça hacıların üzerine otomatik silahlarla ateş açılmış, ihramından başka kendini savunacak bir şeyi olmayan masum hacılar kan dökülmesi yasak bir bölgede, kan dökmenin haram olduğu kutsal bir günde alenen öldürülmüşlerdi. Olayda 600’e yakın hacı can verdi.

Olay günü “Beraet yürüyüşü” yapan hacıların tepelerine yürüdükleri caddenin iki yanındaki apartmanların tepelerinden tuğlalar, taşlar atılmış; nereden peydahlandığı belli olmayan sivil kıyafetli eli silahlı adamlar, hüccacı otomatik silahlarla göz kırpmadan taramışlardı. Katliam günü orada ölenler arasında Türkiye’de dahil birçok ülkeden gelen hacılar da bulunuyordu.

İşte bu müessif olay üzerine Tahran’da uluslararası bir kongre düzenlendi. Kongrenin adı “Haremin Dokunulmazlık ve Emniyeti İçin Uluslararası Kongre” idi. O kongreye dünyanın her yanından Müslüman aydınlar, alimler, gazeteciler ve akademisyenler çağrılmışlardı. Kongreye Türkiye’den davet edilenler arasında bendeniz de bulunduğum için iyi biliyorum: O kongre haremin güvenlik ve kutsiyeti üzerine birbirinden ilginç birçok alternatif öneriye sahne olmuştu.

Kongrede tuttuğum notlara baktığımda, hac fıkhı üzerinde yeniden düşünülmesi tekliflerine de rastladım. Bu konuda tebliğ sunan Şii ulema hayli hazırlıklıydı. Sünni ulemadan sadece bir ikisi konuya yüzeysel bir biçimde değinmişti. Anlaşılan haremin ve hacıların güvenliği ve dokunulmazlığıyla hac fıkhı arasında ulemamız doğrudan bir ilişki kuramamıştı.

Fakat vardı. Bu gerçek bugün daha bir ayan beyan kendini gösteriyor.

Hac fıkhının yeniden ele alınmasıyla, bazılarının temcit pilavı gibi medyatik bir gösteri malzemesi olarak “Hac bilinen aylardadır” ayetini istismar etmeleri türünden bir şey değil benim teklifim. Bu ayetin iç ve dış bağlamının delil getirildiği konuyla bir alakası yok. Ayet hac mevsimine işaretle hacıların güvenliğine yönelik bir ayet ve haram aylarla ilgili geleneksel uygulamayla birlikte düşünüldüğünde doğru anlaşılır. Kaldı ki, bu ayeti okuyana “sayılı günlerde” ibaresini oku desek, acaba “Ben hafız değilim” diyen Bektaşi’nin yöntemine mi sığınırdı?

“Hac fıkhının yeniden yorumlanması” adını koymaya bile gerek yok. Aslında bağnazlık ve cehalet giderilsin, bu müessif hadiselerin yaşanmaması yolunda önemli bir mesafe kat edilmiş olur. Bunu hacca birkaç kez gidenler iyi bilirler.

Aslında şeytan taşlama mahallinde yaklaşık son 10 yıldan beri her yıl toplu ölümler yaşanıyor. Bunlardan birine ben de şahit oldum. Daha sonraki haccımda gördüğüm birkaç yetkiliyi şeytan taşlama konusundaki gündüz ısrarının hüccacı bile bile katliama sürmek anlamına geldiğini hatırlattım. Aldığım cevap hep aynı oldu: “Mezhebimiz bunun dışına müsaade etmiyor.”

Değil, aslında bilmiyor. Bilmediğini de bilmiyor. Şeytan taşlama haccın rükünlerinden değil, bu bir. İkincisi, tüm hacıları ille de bayramın birinci günü gündüz taşlatma ısrarı ve bunun dışındaki seçeneklerin bir “mekruhtur”a dayanarak peşinen kapatılması dinin amacıyla uyuşmamakta; bu iki. Üçüncüsü, mezhebin bu konuda alternatiflerin yolunu kapamadığı da bir gerçek…

Gelin, sadece Serahsi’nin Mebsut’undan konu hakkında bazı notlar aktaralım:

Rasulullah bir yakınını mazeretine binaen Müzdelife’den gece Mina’ya gitmesine izin vermişti. Hatta Rasulullah yakınlarından zayıf olanların geceden Mina’ya dönmelerini sağlamıştı. Bir soru: Acaba katliam gibi bir kaza ihtimali olsa, Rasulullah’ın bu konudaki ruhsatının sınırı ne olurdu dersiniz?

Taşlamanın son vakti de ihtilaflı. Ebu Hanife’ye göre şeytan taşlama güneş battıktan sonraya kalsa bir şey lazım gelmez. Şafii’den iki görüş nakledilmiş. Birincisi fidye gerektiği yönünde. Fakat ikinci görüş hayli toleranslı. Buna göre her hangi bir nedenle birinci gün taşlayamayan için bu işlem teşrik günlerinin sonuna kadar uzatılır. Yani Kurban Bayramı günlerinin bitimine kadar bu işin müddeti var. Yine Rasulullah hayvan çobanlarının gece taşlamalarına ruhsat vermişti.

Bir soru daha: Sırf gündüz hayvanlarıyla meşguller diye çobanları gece şeytan taşlamaya yollayan Rasulullah acaba ümmetinin şeytan taşlamak yerine birbirini ezerek öldürdüğünü görseydi ne buyururdu?

Yorum Yaz