Hacılar ne ikram etsinler?

Yıllar yılı Çin mallarının müşterisi oldu hacılar. Mal da mal olsa ya.

“Bitli baklanın kör alıcısı olur” diye bir atasözü vardır Türkçe’de. İyi de, gözü açık olanlar dahi Çin’in ürettiği bitli baklaların iştahlı alıcıları oldular.

Bu yanlıştı. Bu yanlışa dur diyen de pek olmadı.

Suudiler demezdi. Ne demesi, aksine teşvik ediyorlar. Ne de olsa hacı döviz matbaası.

Diyanet diyemez. Hem üzerine lazım olmadığı için, hem de resmi kurum olmanın “ciddiyetine” yakışmayacağı için.

İşin asıl vahimi, hacıların çoğunun Kâbe’den fazla çarşıyı tavaf etmeleri.

Değil mi ama; çarşı tavaf etmek için, ta oralara kadar zahmet etmenin ne alemi var? Burada da çarşılar var. Hem de oranın çarşılarından daha büyük, daha lüks. Onları tavaf edersiniz, olur biter.

Elbet kimse “Hacılar alışveriş yapmasınlar, çarşı pazara ayak atmasınlar, hediye falan almasınlar, para harcamasınlar” demiyor. Bütün bunlar, makul ölçüler içerisinde elbet olacak. Zaten kimse, bunun aksini ne söyleyebilir, ne de dinletebilir.

Bizim söylediğimiz şey açık: Hac bir ibadettir. Her ibadet, onu uygulayan toplumlarda bir adetler ve gelenekler silsilesini de beraberinde getirir. Hac ibadetinin de geleneksel diyebileceğimiz adetleri olduğu bir gerçek. Bu adetler arasında, hacının geldiği toprakların manevi havasını yansıtan, orayı hatırlatan bir hatıra bulunması gayet makul ve gerekli de.

Bunun için hurma ve zemzem yeterli. Bunlar, yenilip içilebilen şeyler üstelik. Hurma mucizevi bir gıda. Lifleri sayesinde, içindeki “meyve şekerini” kontrollü olarak kana karıştıran “akıllı” bir meyve. Zemzem, Efendimiz’in buyurduğu gibi “ne niyetine içersen o niyete içilen” bir mübarek su. Su tabiatı icabı zaten mucize ve canlı. Tam bir hatıra bunlar.

Ya takke, tesbih ve seccade?

İnanın evlerimiz bunlarla dolu. Söyleyin Allah aşkına! Her haccın ve umrenin ardından gelen takkeleri, tespihleri ve seccadeleri toplasak, bazılarımız ufak bir dükkan bile açabilir. En başında bu bir israf. Hac gibi bir ibadete, israf gibi bir yasağı bulaştırmak doğru değil.

Bunların yerini, haccın ruhunu anlatan bir kitap veya bir CD veya bir kaset alamaz mı?

Hem daha ucuz, hem daha yararlı, hem de daha hayırlı olmaz mı? Üstelik kalıcı da. Düşünsenize bir; insanlar hacca gidiyorlar, fakat niçin, ne, neden, nasıl, nerede, kim sorularını sormuyorlar. Soruyorlarsa da, cevabını ya alamıyorlar veya yarım alıyorlar.

Hac yolu, birkaç bin euro ile ifade edilen pahalı bir yolculuk. Bir insan bu kadar parayı gözden çıkarabildiğine göre, haccı (ve tabi ki umreyi de) ciddiye alıyor demektir. İyi de, hac gibi Kur’an’ın ifadesiyle “şeair”den (semboller) ibaret bir ibadetin sembollerinin ne anlama geldiğini bilmiyor, bunu öğretecek küçük bir risale dahi okumuyorsa, “Bu nasıl ciddiyet?” diye sormazlar mı adama?

Hac muhteşem ibadet. İhtişamı, ruhunda gizli. O ihtişamı fark etmeden dönmek, gerçekten büyük bir ziyan ve nasipsizlik. Bu ziyanı önlemek için hacca gidecek insanların üzerine düşen birçok görev var. Bunların başında sahih ve sağlam bir biçimde bilgilenmek geliyor.

Bilginin de kabuğu var, özü var. Bilginin kabuğu ibadetin dışıyla, bilginin özü ibadetin ruhuyla ilgili olandır. İbadetin ruhuna ilişkin bilgi, insana marifetin yolunu gösterir. Tıpkı insan gibi, ibadet de ruh ve cesediyle birlikte olursa maksadını gerçekleştirir. Zaten haccın ruhunu kavrayan biri Arafat’ta marifete erer. Meş’ari’l-Haram’da (Müzdelife) şuura kavuşur. Şeytan taşlamanın, Allah’a giden yolda önüne çıkacak tüm maddi ve manevi şeytanlara karşı kendini savunmak için atış talimi olduğunu anlar.

İşte bunun için hacı, kendisini tebrik için gelen konuklarına sunduğu ikram tepsisinin bir kenarında, haccın ruhunu muhataba aktaran bir hediye bulundurmalıdır. Bu sayede ikram, sadece mideye ikram olmaktan çıkar, kafaya ve kalbe de ikram olur.

Unutmayın, mideye yapılan ikramın ömrü birkaç gündür. Akleden kalbe yapılan ikramın ömrü ise, bir ömürdür.

Yorum Yaz